Sanatçı Simyacıdır

Mitoloji her medeniyetin kendi doğasıyla soluk alıp yaşayan bir dünyadır, isimleri farklıdır ama nitelikleri aynıdır. Thot ile Hermes’in bir farkı yoktur; İsis, İnanna ya da Athena da aynı kişidir. Her sanatçı da kendi karakterinin gözünden dünyaya seslenir, mırıldanır ya da haykırır.

Utu’nun ışığı içimde parlarken Chaos’un annesi Caligo şehirde hüküm sürüyordu. Sis görünenin üstünü kapamıştı. Tanrıların dünyasına adım atarken muğlaklığın içinde yoğuruyordum cümlelerimi, çünkü sanat o gizemli alandan doğuyordu. Tanrıların yazıcısı, yani sözcüsü Hermes’i çağırdım yanıma, bilgelik tanrısı kelimelerden kurduğum evrenimi yönlendirsin istedim.

Konu “Mitoloji ve Sanat” olunca “Kim tanrı olmak istemez?” diye sormadan edemedim kendime ya da “Kim tanrı olmak ister?” Sanatçı tanrıdır diye düşündüm, çünkü sanat kendine ait bir evren yaratır. Sanatın hangi dalına bakarsak bakalım bir simya mevcuttur.,

Atilla Ağırbaş

Simya bakırı altına çevirir söylencede “sanatçı simyacıdır” önermesinden hoşlandım, zira sanatın her alanı küçük bir noktayla başlar ve sanatçı o noktayı evrene çevirir. Kendi roman karakterlerim etrafımda dolaşırken onlara baktım, onları nasıl çatışmalar içine sürükleyip yeni benlerine kavuşturmuşum bu gözle inceledim. Her sanatçı mitolojiyi ister direkt kullansın isterse kullanmasın mutlaka mitlerin bağıyla düğümlenir.

Mitoloji her medeniyetin kendi doğasıyla soluk alıp yaşayan bir dünyadır, isimleri farklıdır ama nitelikleri aynıdır. Thot ile Hermes’in bir farkı yoktur; İsis, İnanna ya da Athena da aynı kişidir. Her sanatçı da kendi karakterinin gözünden dünyaya seslenir, mırıldanır ya da haykırır.

Zeus nasıl şimşeklerle göğü aydınlatıyor, Poseidon denizi titretiyorsa sanatçı da toplumun bilinçaltını titretir, çünkü farkında olsa da olmasa da ödevi budur. Mesajsız bir çalışma, eser değildir.

Mitolojinin insanlığın bilinçaltı tarihi olduğuna inandığımdan olsa gerek -Freud ve Jung’un çalışmalarına hevesim beni yönlendirmiş de olabilir pekâlâ- eserlerimde mitleri kullanmadan edemiyorum.

Yazı mitolojiyi kullanmak için çok elverişlidir bu sebeple işim kolaydı ama Atilla Ağırbaş’ın resimleriyle tanıştığımda içimde antik zamanların davulları gümbürdemeye başladı.

Bir fırçası Kayıkçı’nın suyuna batıyor, bir fırçası Kalypso’yu yeniden aşka kurban ediyordu. Martılarla resimlerin içinde gezerken gecenin içinde Şaman seslerine karışıp fleur de lis ile medeniyetlerde dolaşıyordun. Sanatçı kendi eserini anlatmakta zorlanır, o başkalarının gözünde can bulmaya başlamıştır çünkü. Atilla Ağırbaş yeni bir resim sergisine hazırlanırken Müz’ler etrafımda dönmeye başladı da onların sözcüsü olup, “Resimlerin dili olabilir miyim?’ diye sorar sormaz resimlerin sesleri sardı etrafımı. Ben romancıyım, şiir yanım Morpheus’la rüyalarda dolaşır genelde ama resimlerle birden rüyadan çıkıp evrenime döndü. Günlerce yazdım, durdum soluklandım yine yazdım. “Araftan Yaşama” sergisinin şiirleri böyle can buldu. İrlandalı ateş ve şiir tanrıçası Brigid elbisesine bürünüp kelimelerle resimleri buluşturdum.

Kayıkçı’nın sesi derinden gelmişti.

“Martı çığlıkları basmıştı enginleri
Denizi yararak gidiyordu yelkenli

Sonsuz ufuklarda yalnız bir adam
Yaratıyordu yepyeni âlemini

Gök çatladı karardı
Gök çatladı aydınlandı

Kayıkçı kırmızıya boyuyordu günahları
Kayıkçı beyazla biçiyordu sevapları

Kayıkçı sisleri yararken
Güneş çatlatıyordu ölümü
Ölüm çatlatıyordu yaşamı

Bedel hazırlıyordu insancıklar
Kayıkçı’nın gözünü kapatacaklardı
Kayıkçı’nın gözleri metal
Kulakları mercandı
Kemikleri beyaz inci
Vücudu kömür karası
İnsan karasının karası

Bekliyordu altın ışıklarla
Yeniyi, eskinin yenisini
Yine eskiyecek olan yeniyi
Âlemse tek sesten fısıldıyordu
‘Yukarıdaki neyse aşağıdaki de odur.’ ”

Ve sonra Kalypso’nun hüznüne batarken, kelimeler düşmeye başladı bir bir resmin sularına.

“Atlas’ın kızı, denizin güzel, yalnız perisi Kalypso…
Poseidon’un düşmanı, tarlasına tuz eken İthaka Kralı Odysseus’a âşık tanrıça
Deniz ve kumların, ağaçlar ve yıldızların hüznüne katıldığı, ağıtlar yaktığı güzel Kalypso…

Homeros’a fısıldadı hikâyesini bir gece…

Ölüm uçurumundan kurtulanlar kurtulmuştu, savaştan ve denizden dönenler dönmüştü,
bir Odysseus kavuşmamıştı yurduna ve karısına.
Oyuk mağaralarda alıkoymuştu onu Kalypso yüce tanrıça, yanıp tutuşuyordu güzel peri, kocası olsun diye.

Hermes karşısına dikilene kadar aşkı yudumladı Kalypso
Sonra… Geceler sonra… An’lar sonra…
İsyan etti, ağladı, düşündü, haykırdı yüreği yangınla
Ve…

Kalypso uğurladı Odysseus’u adadan beşinci günü, onu yıkamış, urbalar giydirmişti güzel kokulu.
Bir tulum siyah şarap vermişti yanına, daha büyük bir tulum dolusu da su, koymuştu kumanyayı meşin bir torbaya, her türlü yiyecek vermiş bol bol.
Ardından uğurlu, tatlı bir yel saldı, Odysseus da sevinç içinde açtı rüzgâra yelkeni.

Kalbi kırık Kalypso
Aşk sevinçle kaçarken kendisinden
Acıyla attı kendini denizin ortasına

Sirenler haykırırken acıyı
Ruhu sırlandı
Satürn’le kavuştu
Yıldızlardan bilgeliği üfledi
Âşıklara…”

Yazar, tasarımcı, mimar Atilla Ağırbaş resimleriyle dünyaya denizden bakarken ölümün çiçeği bile dolaşıyordu âlemleri, duydum yazdım, gördüm, hüzünlendim, medeniyetler gözümü kamaştırdı, bir kez daha tanrıların önünde saygıyla eğildim. Bilgiye eğilir sanatçı, çünkü bilir ki bilgi hazinedir ve her sanatçı bir sarraftır kimi zaman.

“Poseidon tridentiyle sevgiyle okşarken denizi
Girit’in fleur de lis’leri dökülür lacivertlere

Kızıl bir ateşle uçarken
Ninova’da kralın sarayında rölyef
Mezopotamya’da mühür
Mısır’ın hiyerogliflerinde yazı
Afrodit’e parfüm olur

Kaküleyle birleşip şaraba döner madonna zambağı
Tanrıça Juno’yla çiçeklenir

Meryem ve İsa’ya selam vermeden önce
Keltlerin başına tac olur

Saf rüzgârı kadınları cıvıldatırken
Şövalyelere zırh olur

Shakespeare’in zarafet ve güzellik simgesine bürünür:
En tatlı şeyler ekşir kötü işler yaparak / Ottan çok daha iğrenç kokar çürüyen zambak

Atilla Ağırbaş

Çin’de sabah yıldızı ve misk zambağı olurken
Alis’in Harikalar Diyarı’nda dillenir:
‘Ey Kaplan-zambağı,’ dedi Alice, rüzgârda incelikle sallanan birine seslenerek, ‘Keşke konuşabilsen!’, ‘Konuşabiliriz,’ dedi Kaplan-zambağı: ‘konuşmaya değer biri olduğunda.’

Osmanlı’da has bahçelere kurulur
Fransa’da saraylara

Zambak denizle birleşince özgürlük olur
Balıkların neşesiyle birleşip
Cennetin anahtarı olur.”

Sanat medeniyetin anahtarıdır ve topluma açılan kapılardan biri de mitolojinin engin denizidir. Suya bir kez daldın mı sadece sonsuzluk duygusu kalır.

Sanatın sonsuzluğuna ve o sanatçılara saygıyla eğilerek kelimelerimi sessizce çekip gecenin efsunlu sırrıyla kapatıyorum.

Ece ÖZBAŞ

N O T L A R

Bu yazı, MayaDergi On’da yayınlanmıştır. Derginin ilgili sayısına buradan ulaşabilirsiniz.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Sanatta Mit ve Ütopya" dosya konulu onuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar