Burjuva hukukunun yükseldiği sömürü düzeni karşısında alternatif bir dünya yaratısı, istikrarlı olarak ahlaki davranışın toplumsal yararı doğuran eylem ile özdeş olduğu savunusunun çoğunluk kazanması ile gerçekleşecektir. “Tereddüt Çizgisi” filmi, sanat yoluyla bu kolektif dönüşümün gerekliliğini işaretleyen eserlerden biri.
2021 yapımı “İki Şafak Arasında” isimli ilk filmi ile tanınan Selman Nacar’ın 2023’te vizyona giren ikinci filmi “Tereddüt Çizgisi”; ceza yargılamasındaki savunma makamı üzerinden işçi sınıfı perspektifinde bir yasallık ve adalet tartışması açıyor.
Burjuva hukukunun yükseldiği sömürü düzeni karşısında alternatif bir dünya yaratısı, istikrarlı olarak ahlaki davranışın toplumsal yararı doğuran eylem ile özdeş olduğu savunusunun çoğunluk kazanması ile gerçekleşecektir. Selman Nacar’ın yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı “Tereddüt Çizgisi” filmi, sanat yoluyla bu kolektif dönüşümün gerekliliğini işaretleyen eserlerden biri.
Oksimoron bir “insan hakları” kavramı üzerine inşa edilen burjuva hukuku pratiğinde karşılaştığımız esnek bir ahlak anlayışı portresi çizen film, küçük burjuva olmanın ayrıcalıklarını korumak adına somut olaydaki konumuna göre etik anlayışını şekillendiren bir avukatı konu alıyor. Başrolde Avukat Canan’ı Tülin Özen, avukatın ablası Belgin’i ise Gülçin Kültür Şahin canlandırıyor.
Uşak’ta geçen filmde karakterin, hastane ve adliye arasında gidip geldiği iki gün işleniyor. Beyin ölümü gerçekleşen annesinin organlarını bağışlama konusunda ablasıyla fikir ayrılığı yaşayan avukat; mahkeme başkanına olayı aydınlatacak tanığın şehir dışında bulunması nedeniyle karar duruşmasına katılamadığını, bu nedenle duruşmanın ileri bir saate ertelenmesi talebini iletiyor. Talebi kabul edilen avukatın verdiği savunmalar, karakterin içinde bulunduğu çatışmayı gözler önüne seriyor.
“Tereddüt Çizgisi”nde Nacar, bir iş cinayetini konu alan “İki Şafak Arasında”ya göre senaryo yazma ve yönetmenlik becerisi bakımından kendini oldukça geliştirmiş. Yönetmen, Tülin Özen’in canlandırdığı avukat karakterinin ahlakilik-pragmatizm çatışması bağlamında çelişkili tercih ve eylemlerini, ilk filmindeki katmansız anlatımına göre çok daha başarılı bir şekilde ele almış.
Ancak Nacar’ın filmin gidişatı konusunda kararsızlık yaşadığını düşünüyorum. Zira film; ana karakter olan avukatın, müdafiliğini üstlendiği sanık ve annesinin sağlık durumu ile bağlı olarak ablası ile yaşadığı gerilim sonucunda kentteki iktidar ilişkilerinin de etkisiyle içine düştüğü çelişki üzerinden ilerlemekte.
Fakat ana çatışmaya hizmet eden ve önemi, avukatı ahlakiliğin tanımı konusunda bir çelişkiye sürüklemekten ibaret olan kasten öldürme davası filmin omurgası haline getirilmiş. Öyle ki seksen üç dakikalık filmin büyük bir kısmında davanın karar duruşması süreci işleniyor. Avukatın annesiyle olan ilişkisi bakımından ise ablası Belgin ile yaşadığı tartışma yeterli görülmüş. Bu tartışmada Belgin’in Canan’a olan yakınmalarından anlıyoruz ki ideallerinin peşinden gitmeyi tercih eden ve annesini ihmal eden Canan, annesinin durumunun ağırlaşması üzerine bir vicdani yük altında kalmış. Ancak bu vicdani yükün varlığını olumsuzlayan, aşağıda daha ayrıntılı ele alacağımız, Canan’ın iki gün içerisinde annesinin durumundan bir kâr elde etme çabası içine girmesine yol açan “artı değer elde etme hırsı”nın iyi işlenemediğini söyleyebiliriz. Bunun en büyük nedeni, yönetmen tarafından neo-liberalizmin ahlakı bireyselleştiren politikasının iyi çözümlenememesi ve öznenin parçalanmasında yetersiz kalınması olarak gösterilebilir.
Sıradan bir küçük burjuva olan Avukat Canan’ın belirttiğimiz yetersizlikler ve hikâye anlatımının henüz olgunlaşmaması nedeniyle iyi tahlil edilemediğini belirttik. Ancak filmin ilerleyen sahnelerinde bir işçi olan sanık, suçu neden işlediğine dair avukatıyla olan konuşmasında, küçük kentteki siyasi-yargısal iktidar erkinin sermaye ile iç içe geçtiğini afişe ediyor. Bu bakımdan film, burjuva yasalarınca Montesquieu’den ilhamla getirilmiş üçlü iktidar parçası düzeninin, aslında tek egemen güç olan sermayenin görünümünü gizleme gayesini taşıdığını işaretliyor.
Filmdeki her iki duruşma sahnesinde de görmekteyiz ki avukat, objektif nitelikteki yasaların ötesine geçerek savunmasını, sanık ile mağdur ve mağdur ile oğlu arasındaki kişisel ilişkilerin yorumlanması üzerine kurguluyor. Sanığın bir işçi, mağdurun ise kentte nüfuz sahibi biri olduğunu belirterek ceza muhakemesi kurallarının mağdur aleyhine çiğnenmesi iddiasını da mahkeme başkanına yöneltiyor. Böylece ahlaki olan hükme, kanun koyucunun iradesiyle belirlenen bir adalet faraziyesi ile değil, suç teşkil eden fiili doğuran toplumsal bağların incelenerek, sınıfsal çatışmaların çözümlenmesi yoluyla ulaşılabileceğini savunuyor. Burjuva hukukunun yalnızca egemen sınıfa hizmet eden “insan hakları” kavramını reddeden Marksist hukuk anlamında önem arz eden bu savunma; duruşmada izleyici olarak bulunan mağdur ailesinin tepki vermesine ve hatta ikinci duruşmada avukatı linç etme girişiminde bulunmasına neden oluyor.
Teori-pratik düalizmi gereği toplumsal yararı önceleyen bir dünya görüşüne sahip bir kişinin eylemleri, fikirleri doğrultusunda şekillendiği sürece anlamlıdır. Mahkeme salonunda yargıcı, gerçeği birden çok boyutuyla ele alması gerektiğini söyleyen avukat, mağdur veya etkilenenin kendisinin olduğunu kabul edebileceğimiz annesinin sağlık durumu hakkındaki karar bakımından ahlak tanımını kendi lehine yorumluyor. Filmin başlarında doktorla olan sahnede avukatın “etik”, “toplumsal değerler”, “ahlakilik” gibi moral değerler karşısında yasal olanın aynı zamanda ahlaki olacağını, bir başka deyişle ahlakın yasayı takip edeceğini belirtmekte. Diyebiliriz ki mağdurun kendisinin olmadığı bir durum karşısında burjuva hukukunun temel ilkelerini çiğnemekten çekinmeyen avukat, kendisinin etkileneceği bir olasılıkta çareyi burjuva hukukunun yasalarında arıyor.
Karakter bakımından filmin belki de climax noktası; mahkeme başkanı ile organ bağışıyla ilgili girdiği diyalog sahnesi. Avukat bu konuşmada, zımnen de olsa annesinin organlarının mahkeme başkanının yeğenine bağışlanması karşılığında davada sanık lehine karar alınmasını teklif ediyor. Filmin sonlarına doğru gerçekleşen bu konuşma ile görüyoruz ki avukatın iddia ettiği tüm ahlakilik, esasında kendi yararına çalışan ve sömürü üzerine kurulu kapital hukuk içerisinde kendisinin küçük burjuva ayrıcalıklarını koruyan tüm şartların bileşkesinden ibaret. Bu noktada eklemek gerekir ki avukatın, ilk duruşmada aile kurumunun zorunlu bağlılık olduğuna dair sözleri, filmin başlangıç bölümünde annesinin organlarını bağışlama hususundaki aksi görüşünün bu bağışlamadan bir artı değer elde etmeyi beklemeye yönelik olduğu düşüncesini destekler nitelikte.
Nuri Bilge Ceylan’ın ataşeliğini yaptığı Tarkovski-vari bir yönetmenlik amacı taşıyan ve ana konuya hizmet etmeyen avukatın arabasındaki sorun veya hastalığı gibi bazı anlatımlar da Nacar tarafından senaryoya dahil edilmiş. Bu bağlantısız sahneler, daha vurucu şekilde birbirini besleyebilir; günlük yaşamın önemsiz denilebilecek ayrıntıları da avukatın çarpık ahlakilik anlayışını oluşturan unsurlar olarak işlenebilirdi. Eklemek gerekir ki yargıcın kardeşinin belediye başkanı olması, başkanın fırtınada zarar gören minare ve adliye binasından tamir önceliğini minareye vermesi gibi hususlar, hikâyeye derinlik veren detaylardan.
Filmin esasından usulüne, bir başka deyişle tekniğine geçtiğimizde çarpıcı veya dikkate değer olmayan kamera açıları ve film boyunca devam eden ses sorunu önemli hususlar arasında yer alıyor. Sinema sektörüne yeni girmiş bir yönetmen olsa önemsenmeyecek bu sorunlar veya eksiklikler, yönetmenin ikinci filmi olması bakımından önemli bir yetersizlik olarak karşımıza çıkıyor.
“Tereddüt Çizgisi”, teknik yetersizliklerine rağmen yazının başında belirttiğim gibi ilk filmine göre kendisini oldukça ilerleten Selman Nacar’ın burjuva hukukuna karşı verilecek mücadelede önemli bir tartışma açan ikinci filmi. Nacar, takip ettiğim ve yeni jenerasyon Türkiyeli yönetmenler arasında önemsediğim isimlerden biri. Vahşi kapitalizmin karşısında işçi sınıfının karşılaştığı sorunları ele alan Nacar’a İstanbul Hukuk kardeşliği nedeniyle bir sempati beslediğim de yalan değil doğrusu.
(*) “Hukuk iyi ve adil olanın sanatıdır.”