Sanatçı ne ayrıcalıklı ne de kutsal bir kişidir. Ödüller, sanatçı ve eseri üzerinde bir kutsallık, gizem ve ayrıcalık yaratmaya neden olurken eserin gerçekte ne olduğunu; içeriğini/estetiğini ve sanatçının kendisini tartışmamıza, eleştirmemize engel olur.
Sanatın her alanında, özellikle edebiyatta günden güne artan ve yozlaştırıcı bir rol oynayan ödül sistemiyle karşı karşıyayız. Günümüzde ödül sitemi ve yarışmalar, sanatsal ürünlerin metalaştırılarak piyasalaştırılması olgusunun en önemli araçlarından birisi olarak kullanılıyor. Kimi “büyük” ödüller eseri ve sanatçıyı “ayrıcalıklı, üstün” bir kimliğe büründürüyor ve onları marka değeri yüklenmiş ürünler olarak pazara sunuyor. “Sanatçı ve eseri” fetiş değeriyle bir yandan yayınevi şirketlerinin, yapımcıların, sanat galerilerinin okkalı sermaye birikimi aracı olurken bir yandan da halkın algısını fetiş olana yönlendiriyor. Sanatçı eserini, piyasanın kendinden beklediği kalıplar, klişeler doğrultusunda üretmek zorunda kalarak kiçleştiriyor. Yarışmalar ve ödüller bu yüzden sanatı doğasından uzaklaştırma ve yozlaştırma işlevi görüyor.
Ödül sistemi, para kazandırma ve ün sağlama/markalaştırma vaatleriyle ayakta kalır. Oysa sanat bu tarz bir şike ilişkisini asla kabul etmez! Sanat eseri, bir çıkar amacı ve ilişkisi üzerinden inşa edilemez. Ödüller, sanat eserinin estetik nesne olma özelliğini kirletir ve metalaşmasını sağlar. Ödül siteminin işlevlerinden birisi de geniş bir sömürücüler ve ittifaklar ağı yaratarak sanat emeğinin gaspını, sömürüsünü meşrulaştırma ve sanatı/sanatçıyı egemen ilişkilerin nesnesine dönüştürmedir. Çünkü çeşitli vaatler barındıran ve böylelikle çekici kılınan ödüllerle, ödüle konu olan emeğin sömürü yoğunluğu artırılır ve sistemin bir parçasına dönüştürülür.
Ödüller kapitalist toplumun, hırs, rekabet, rakibini alt etme, güç edinme gibi insanlık dışı, hastalıklı ‘değerlerini’ olağanlaştırarak yaygınlaştırır. Sanatta ödül sistemi, sanatçının öz güçlerinden, ortak/toplumsal duygulanım ve değerlerinden ayrılarak bencilleşmesini ve yozlaşmasını sağlar. İktidarın bireyci, bencil, ötekileştiren bilincine indirgenen sanat da böylece yozlaşmış olur. Ödül verilerek sadece mükâfatlandırma yapılmaz, cezalandırma da yapılır. Ödül sistemi, öne çıkardığı eseri/sanatçıyı piyasalaştırarak sömürürken bir yandan da sanatçıyı bu ilişkilerin nesnesine dönüştürerek kendine yabancılaştırır ve yaratma özgürlüğünü elinden alır. Sanatçının kapitalizmin kurallarına uyması için ‘şartlı refleksini’ tetikler. Bir başka açıdan da kapitalist rekabetin diğerini yok etme anlayışını toplum içinde meşrulaştırır. Sürekli olarak ayrıştırma ve seçkinleştirme kültürü yaratır. Ödüllendirdiklerini öne çıkartır, baskın ve seçkinmiş algısı yaratır. Ödül almamışları, bu sistemi reddedenleri, direnenleri bastırmaya, silikleştirmeye, değersizleştirmeye, hatta aşağılamaya çalışır.
Bu tür bir seçme, ayıklama ve eleme kapitalizmin yapısal özelliğidir ve kapitalizmin özel bir yönetim biçimi olan faşizmin de yok etme ve şiddet politikasıdır. Sanatta bu tarz bir ayıklama da ödül almayanı cezalandırma yöntemidir.
Sanatçı ne ayrıcalıklı ne de kutsal bir kişidir. Ödüller, sanatçı ve eseri üzerinde bir kutsallık, gizem ve ayrıcalık yaratmaya neden olurken eserin gerçekte ne olduğunu; içeriğini/estetiğini ve sanatçının kendisini tartışmamıza, eleştirmemize engel olur. Bu kutsallık bir yandan ast-üst ilişkisini yaratır bir yandan hizmetkârları belirler; hem ödül alana hem ödül verene hiyerarşik statü kazandırır. Böylece kapitalist hegemonyanın sürekliliğini sağlar.
Sanat eseri biriciktir, yarıştırılamaz. Ödüle başvuran birçok eser içerisinde birini ‘en iyi’ ‘en güzel’ mantığıyla seçmek estetik bir yargı değildir. Bu olsa olsa beğenidir. Beğeni yargısı ise görecelidir. Herkesin bildiğidir ki, seçimi yapan kurul üyelerinin beğeni ölçütleri; çıkar, kayırma, güç ilişkileri, yayınevi/sermaye baskısı gibi sistem değişkenleriyle sınırlıdır. Eseri veya sanatçıyı parlatma, markalaştırma, pazarlanabilir yapma hedefi, reklam ve ödül dayatmacılığını doğurur. Bir eserin niteliği, ne olduğu yarışma ve seçmelerle değil ancak sistematik, bilimsel, nesnel, diyalektik ve tarihsel bir eleştiri yöntemiyle belirlenebilir.
Edebiyat, özelde şiir, alanında yapılan yarışmalara katılan eserlerin – kimi jüri üyelerinin itiraflarınca malum olduğu üzere – büyük bölümü okunmadan değerlendirme dışı kalmakta, ödüller önceden belirlenmiş yapıtlara verilmektedir. Bu gerçek bile ödül sisteminin, çıkar ve güç ilişkileriyle ne denli yozlaştığına ve hiçbir saygınlığının kalmadığına kanıt sunan örneklerden yalnızca biridir. Öte yandan pek çok ödülün seçici kurullarında, bilindik hep aynı isimlerin olduğunu görüyoruz. Bu isimlerin pek çoğu, egemen sermaye medyasına ait yayınların köşe yazarları ve çeşitli büyük yayınevlerinin editörleridir. Mevkileri dolayısıyla ellerinde bulundurdukları gücü karar vericilik noktasında imtiyaz olarak kullanmaları yine yozlaşmanın ve güç kullanımının bir başka göstergesidir. Ödüllerin neden ağırlıklı olarak bu tür banka-holding tarzı baskın sermaye gruplarının yayınevlerinden çıkan kitaplara gittiğinin de açıklaması yine bu ahlak dışı sistemde yatmaktadır. Hal böyleyken herkesin gözü önünde üç maymun oynanmaktadır. Utanmayış ve yüzün kızarmayışı bu oyunun hünerine mi dairdir acaba?
Ödüller; birlik duygusu, ata kültürü ve ad yaşatmadan yani miras hukukundan doğuyor gibi görünse de, esas itibariyle artı değerin gaspına ve hegemonyanın sürekliliğine dayanır. Ödüllerle sanat sevgisinin aşılandığını ve sanatçıların motive edildiğini söylüyorlar. Bu olsa olsa koca, kuyruklu bir yalandır. Her sanatçı ürettiği eserin topluma bir şekilde ulaşmasını ister. Bunu gerçekleştirmenin tek ve doğru yolu ödül sistemi değildir.
“Ödül sistemi” adı altında yaşamdan uzaklaşmış, sahteleşmiş yöntemler yerine eserlerin halka ulaşabilmesi için çeşitli mecralar yoluyla eleştiri, inceleme türü yazıların yazılması, çoğaltılması gerekliliğini savunuyoruz. Özellikle sanatsal yolculuğuna henüz başlayan arkadaşlarımızın üretimlerinin, estetik ölçütler, nesnel/bilimsel- sistematik eleştiri ve inceleme temel alınarak, adaletli bir biçimde açığa çıkarılmasını öneriyor ve bu süreci geliştirmeyi planlıyoruz.
Bizler bir araya gelerek sanatçıyı ve eserini kendine yabancılaştıran, sermayenin/iktidarın bilincine hapseden, onu özgür tavırdan alıkoyan ödül sisteminin, sanatçılar ve halk üzerindeki etkisini kırmak istiyoruz. Günümüzde starlaştırma yarışına ve marka avcılığına dönüşmüş, yozlaşmış ödül sistemini ve asıl olarak onun bağlı olduğu piyasacılığı ve sanat oligarklarını teşhir ederek etkisiz kılmak istiyoruz.
Sizleri ödül sistemine karşı durmaya, tavır almaya ve devrimci gerçekçi sanatın saflarında birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.
Bu yazının altında imzası olan bizler, hiçbir ödül mekanizmasına eserlerimizi göndermeyeceğiz ve ödül komitelerinde yer almayacağız.
İLK İMZACILAR:
A. Rahim Kılıç, Ahmet Akın, Ali Arku, Ali Yıldırım, Ali Ziya Çamur, Aliye Özlü, Arsen Averikliyan, Arzu Kök, Aylin Özer, Aylin Yıldız, Aytekin Karaçoban, Aziz Kemal Hızıroğlu, Babür Pınar, Baha Çıtakoğlu, Bedros Dağlıyan, Bektaş Çağdaş, Berivan Kaya, Berrin Taş, Birgül Özgül, Cafer Akgül, Cemal Cengiz Gürkan, Cemal Karakuş, Dilek Yılmaz, Doğu Çakıroğlu, Dolunay Aker, Ece Ersoy, Ekrem Ataer, Enis Rıza Sakızlı, Emirhan Ertaş, Eray Yılmaz, Erhan Acar, Ersan Balcı, Fatma Başural, Ferhat Doğan, Feyyaz Kadri Gül, Gökhan Gurbetoğlu, Gülhan Dikme, Gürel Sürücü, Gürsel Şenşafak, Güven Tümkaya, Hasan Çapik, Hasan Şahin, Hüseyin Bozkurt, Hüseyin Gemici, İkbal Kaynar, İsmet Alıcı, Kamil Küpeli, Levent Alpüren, Lokman Kaya, Mehmet Aslan, Mehmet Doğan Karakuş, Muazzez Uslu Avcı, Muhittin Çoban, Murat Bozkurt, Murat Kamböre, Mustafa Güçlü, Mustafa Işık, Mustafa Özmen, Mustafa Suphi, Mustafa Tabak, Necmettin Yalçınkaya, Nihat Ziyalan, Nilgün Aras, Nurgül Özlü, Nursen Ural, Özcan Yaman, Özgür Başkaya, Recep Nas, Rüzgar Azad, Sait Türen, Sayıl Cengiz Gündoğdu, Selçuk Şahin Polat, Sevinç Kırmızıgül, Sibel Aduş Başkaya, Sinan Kutlu, Süleyman Kırteke, Süleyman Zencir, Şenel Gökçe, Şerif Temurtaş, Temel Demirer, Turan Karatepe, Yakup Kadri Kayadeleren, Zeki Gümüş.
Metin ilk olarak 1 Ağustos 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Bu metnin içeriğine olanca kalbimle katılıyorum.