Rodos'ta sokak müzisyenliği yapan Aydın İşleyen ile MayaKültür için bir röportaj gerçekleştirdik.
-Aydın merhaba, kendinizi okuyucularımıza alışıldık sözcükler dışında nasıl anlatırsın desem neler söylersin?
Diplerde kendimin sesi olmaya çalışan, arayışta bir müzisyenim. Aynı zamanda uslanmaz bir maceracı, diye de ifade edebilirim kendimi. Kısacası dünya üzerine sessizce geldiğim gibi mütevazi bir insan, Aydın olmaya çalışan bir bireyim.
-Müziğe nasıl başladınız? Sokak sanatçısı olarak performans sergilediğinizi biliyoruz. İzmir’de sokak sanatçısı olarak yasaklanmış bir dilde şarkılarını, türkülerini söylemenin zorlukları anlatabilir misiniz?
Müziğe Alevi bir aile dostumuzun desteği sayesinde başladım, sonrasında daha sazımı sözümü geliştirip sokak müziği grubu oluşumunda yer aldım.
4 senelik sokak müziği maceramda birçok sanatsal çalışmaya, etkinliklere katıldık. Resmî olarak yasaklanan bir şey olmadı. Ancak değişen toplumsal ve siyasi yapı üzerinden insanlar fazlaca kutuplaştırdığından anti demokratik uygulamalardan biz de payımızı aldık. Bu paya insan olmanın bize düşen payı da diyebiliriz.
Kürtçe şarkı söylemenin Türkiye’de zorluğu tabii ki var. Yaşadığımız politik baskı insanları kutuplaşmaya itiyordu, bu yüzden Kürtçe şarkı söylerken bir iki densizin gelip laf attığı oluyordu. Bazen de polislerin gereksiz kimlik kontrolü gibi çeşitli zorluklarla karşılaşıyorduk. Ama yine de o müziğe ilgi duyan ve politik meselelerden ayırıp dinleyen birçok insan vardı zaten, dünya onların hatırına dönüyor.
–Siyasi baskılar ve hapislik sonucunda ülkeyi terk etme kararı aldınız? Hatta kimsenin haberi olmadan yan odadaki yeğenini öpüp koklayarak yola çıktığınızı bir söyleşinizde belirtiyorsunuz. Bu gidişin sende bıraktığı izler, sanatına yansımaları nelerdir?
Evet siyasi baskılar ve hapislik sonucunda ülkemi terk etme kararı aldım. İzmir’den yani evimden çıkarken bir daha uzun süre geri dönemeyeceğimi anlamıştım, bir uzun vedaydı bu.
Üzgün müydüm bilmiyorum ama cesaretli olduğumu biliyordum. Ve bu cesaretin boş bir zemine dayanmadığını anladım, o ayrılıktan ve yanılsamaları ancak ileri bir adım attığımda fark ettim. Bu farkındalık sanatıma yeni bir yön çizmeme yol açtı.
-İzmir’in kenar semtlerinden Uzundere gibi feodal bağların, akrabalıkların sıkı olduğu bir mekândan kalkıp Atina’ya göç ediyorsun. Çok hızlı gerçekleşen bu değişimin kültürel ve duyuşsal olarak sizde uyandırdığı yansımaları anlatabilir misiniz?
Evet, yaşadığım bölge feodal bağları güçlü olan bireylerle dolu olabilir ancak kendimi hiçbir zaman o feodal kültüre ait biri olarak hissetmedim.
Çünkü kişilik olarak o ilişkilere uzak ve yabancıydım. O yüzden kendimi başka arayışların içerisinde buldum.
Kendimi hem kişisel hem de sanatsal anlamda değerlendirdiğimde bu serüven bir misafir olarak geldiğimiz bu dünyada hep böyle devam edecek.
-Son zamanlarda Rodos’ta sokak müzisyeni olarak çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Sürgünde bir müzisyen olarak gelecekte müziğe dair planlarınız nelerdir?
Sürgündeyim konusu biraz tartışmalı olabilir belki tam sürgün sayılmam. Yani eskiden bu kavramı anlayış biçimimiz bugünkünden çok farklı, o yüzden belki tam bir sürgün sayılmaz aslında.
Geleceğe dair ise çok planım var yaşadığım durumu sesimle ve ürettiğim eserleri daha fazla insana duyurmaktır amacım