“Bireyin keşfi adı altında, bireycilik, sanatı sömürgeleştirdi.”

Devrimci ve toplumcu sanat, düşünsel dünyamızda, haksız yere çok değersizleştirildi. 12 Eylül’ün etkileri ve dünya genelinde neo-liberal dalganın etkileri çok baskın. Bireyin keşfi adı altında, bireycilik, sanatı sömürgeleştirdi.

İzlediğim kadarıyla başta psikoloji olmakla birlikte pek çok alanda akademik çalışmalarınız bulunuyor. Okuyucularımız için kendinizi tüm bu bilinen şeyler dışında nasıl tanıtırsınız?

En kısa haliyle bir akademisyen-yazarım. Akademi dünyasında çalışıyorum ama birçok çalışmam da akademi dışında. Gençliğimde birçok ülkede bulundum. Çok sayıda kitap yazdım. Hayatta üretmekten daha keyifli bir iş bilmiyorum.

Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya gibi ülkelerde 23 yıl ders verme deneyimine sahip bir akademisyen olarak son yıllarda ülkemiz özelinde akademik alandaki gerilemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yurt dışında bulunduğum yıllarda, çok kez Türkiye’ye dönmeye çalıştım. 5 yıl ayrılıktan sonra 2 yıl (tam Gezi Direnişi döneminde) İstanbul’da çalıştım. Sonra tekrar ayrıldım. Her dönüşümde akademinin daha da gerilediğini, kapitalistleşmenin ötesinde feodalleştiğini gözlemledim. Hak arama mücadelesi her daim sürüyor. Bu süreçte kimilerini karşımıza aldık ama kimileriyle de güçlü dostluklar geliştirdik. Gayet sosyal psikolojik bir durum. Öte yandan, dünya genelinde de neo-liberalleşme gözlemledim. Baş icracıların (CEO) üniversitelerin rektörüyle eşit hatta ondan da üstün konumlara getirildiği; eğitimin her öğesinin ölçülüp performans değerlendirme aracına dönüştürüldüğü; üniversitelerin ticarethaneleştiği bir süreç. Dünya genelinde bir kötüye gidiş olduğunu gözlemliyorum. Fakat bizde bunun ötesinde feodalleşme de var, bu da üniversite kavramıyla daha fazla çelişiyor.

Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak özellikle mezun olduğunuz Boğaziçi Üniversitesi gibi parmakla gösterilen başarılı üniversitelerimize iktidar tarafından yöneltilen asimetrik bir saldırı ve ele geçirme politikası var. Boğaziçi Üniversitesinden uzaklaştırılan hocalar ve okullarına sahip çıkmak isteyen öğrencilerin direnişi hâlâ güncelliğini koruyor.

Siz özellikle her iki camiayı da iyi tanıdığınız için Boğaziçi ve ODTÜ gibi üniversitelere yönelen bu yeniden yapılandırma/tasfiye girişimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçekten çok üzücü. Her gün bu iki değerli üniversitenin bir tuğlasını söküyorlar. Benim gibi birçok eski arkadaşım, memlekete döndüğünde Boğaziçi’nde çalışmak ister, bunu tercih eder. Fakat bu yol kapatıldı. Durum, Theseus’un gemisine benziyor. Her defasında, Boğaziçi’nden ODTÜ’den bir parça koparıp üniversiteyi feodalize ediyorlar. Sonunda bütün parçaları değiştirmiş olacakları için, bu süreçten geriye kalan, Boğaziçi ya da ODTÜ olmayacak. Ya da keser ve sapı örneği var. Keserin bu yıl sapını değiştirdik, bir sonraki yıl da başını. Elimizde kalan aynı keser olmaktan çıkıyor.

Aslında neden Boğaziçi ve ODTÜ’ye saldırıyorlar? Çünkü AKP geçen on yıllarda kendi entelektüellerini yaratamadı. Liberallerden ‘kullanışlı aptallar’ üretti; soldan çakma Foucault’lar devşirdi. Ama kendi düşünürleri ortaya çıkmadı, çoğunluğu köşe yazarlığı yüzeyselliğinde kaldı. Bunu kırmak için geçtiğimiz yıllarda Şehir Üniversitesi gibi oluşumlara gittiler. Sonucunu biliyorsunuz. Düşündükleri şu: Boğaziçi ve ODTÜ’yü ele geçirirsek, kültürel hegemonya bizim olur. Ama öyle olmuyor. Orada bir direniş var. O direniş çok değerli.

Kişisel blogunuzda “Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü, şarkı, deneme, yazınsal inceleme, öykü, film öyküsü, film çözümlemesi, tiyatro oyunu, masal ve roman türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri ve şarkıcıları Türkçeye kazandırmaktadır.” ibaresi geçmekte. Sahiden bilimsel çalışmalarınızın yanı sıra sanatla ilgili bu denli geniş bir alanda -bilinen zorlukları da göze alarak- yürüttüğünüz çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

Uzun yıllar Evrensel ve Birgün gazetelerine köşe yazıları yazdım. Özellikle Evrensel’de Asya-Pasifik’i yazıyordum. Artık Rusya uzmanlarının öne çıktığı bir haber sitesi olan Medya Günlüğü’ndeyim. Köşe yazıları, kitlelere ulaşmanızı sağlıyor. O nedenle önemli. Küçük yaşlardan beri şiir yazıyorum. Evrensel Kültür gibi dergilerde geçmiş yıllarda şiirlerim yayınlanırdı. Bir yandan da şarkı ve şarkı sözü yazıyorum. Müziğe dönük bir yönüm var. 22 yaşımdayken ilk iki kitabım yayınlandı. Biri, üç öykümün yayınlandığı bir seçme öyküler kitabıydı. Diğeri, İspanyolcadan çevirdiğim bir Octavio Paz kitabıydı. 20’li yaşlardan başlayarak ağırlıklı olarak şiir ve şarkı sözü çevirileri yaptım. Film çalışmaları için Sinematek’te bir dönem eğitim aldım. Film çözümlemelerimi içeren bir kitap geçtiğimiz yıllarda yayınlandı. İlk tiyatro oyunumu lise yıllarında yazmıştım, arkadaşlarla oynamıştık. Ne yazık ki bu metin kayıp. Fakat o dönem Kadıköy BEKSAV’da bu oyunu yeniden oynamıştık diye anımsıyorum. Ara ara toplumsal içerikli masallar yazıyorum. Üç dilli bir çocuk öykü kitabım var, yayınlanması için çizimleri bekliyoruz. Bir tane romanım var. Ama bütün bunlara yayınevleri öncelik vermiyor gibi görünüyor. Edebiyat kitapları yerine akademik kitaplarımı yayınlamayı yeğliyorlar. Bu nedenle, bunlar çalışmalarım içinde pek de öne çıkamıyor.

Kapitalist çağda, kültür endüstrisinin yönlendirmesiyle postmodernizmin etkisinde popüler kültür ürünleri sanatsal çalışmaları kuşatmış durumda. Bir anlamda piyasacı sanat istemediğini görmezden geliyor, istediğini allayarak pullayarak piyasaya sunuyor. Bu anlamda toplumcu sanatçıların dışarda tutulduğu sistemin sürekliliğini sağlayan bireyci bir kültür sanat halka dayatılıyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Sermayenin kuşatması altında devrimci sanat nasıl gelişir, zorlukları aşarak kitlerle buluşabilir?

Devrimci ve toplumcu sanat, düşünsel dünyamızda, haksız yere çok değersizleştirildi. 12 Eylül’ün etkileri ve dünya genelinde neo-liberal dalganın etkileri (Vietnam’da bile!!!) çok baskın. Bireyin keşfi adı altında, bireycilik, sanatı sömürgeleştirdi. Geçenlerde verdiğim bir seminerde, bir katılımcı, “yapay zeka geliyor, Marksizm geçersiz olacak” dedi; oysa, emek-sermaye ve yöneten-yönetilen arasındaki çelişkiler kapitalizm koşullarında her zaman sürecek. Bunlar sürecekse devrimci, toplumcu sanat için her zaman ihtiyaç var ve olacak diyebiliriz. Aslında öte yandan, bireyle toplum çok iç içe geçmiş kavramlar. Nazım Hikmet’in de bireysel izleklere sahip şiirleri var ama onun altındaki toplumsal duyarlılığı hissedebiliyoruz. Daha önce incelediğim Vietnam sanatında şöyle bir durum vardı: Sosyalistler, aşkı yalnızca toplumsal boyutlarını içerecek biçimde işliyorlardı. Örneğin, Vietnam’ın ikiye bölünmesiyle ayrı düşen bir çift gibi. Avrupa’da yeniden uyanış (Rönesans) nasıl oldu? Geçmişteki klasik yapıtlardan esinlendiler. Bizim de sanat için Marksist klasiklerden esinlenme zamanımız geldi de geçiyor bile…

Vietnam’da uzun yıllar akademisyen olarak çalışmalarda bulundunuz. Oradaki kültür sanat politikalarını inceleme fırsatınız oldu mu? Vietnamlı sanatçıların yukarıda bahsettiğimiz kültür endüstrisine dayalı popüler kültürün karşısında sanatsal üretimleri hakkındaki gözlemlerinizi anlatabilir misiniz?

Vietnam’da 30 yıllık savaş 1975’te bitti. Bu savaş döneminde, hatta öncesinde, Vietnamlı devrimci sanatçılar toplumsal gerçekçi yapıtlar verdiler. Özellikle de savaşı konu aldılar. Bugün nüfusun çoğunluğu ise savaş sonrasında doğmuş durumda. O dönemi kitaplardan biliyorlar yalnızca. Savaş anlatılarından sıkılıyorlar. Okullarda Marksizm-Leninizm dersleri hâlâ zorunlu. Ezber dersi olarak görüp ondan da sıkılıyorlar. Kablolu TV’yle Amerikan ve Güney Kore yapımları yaygınlaşıyor. Vietnam’ın çocukları Japon animeleriyle büyüyor. 1986’da hain Gorbaçov’un Vietnam’a yardımı kesmesi sonucunda, Vietnam’da enflasyon %400’e çıktı. O zamanlar küçük bir ülkeydi, endüstri yok denecek kadar azdı. İnsanlar aç, çaresizdi. Savaş zaten tek başına büyük bir yıkım getirmişti. 150 yıllık sömürgecilik yıkımı da bu listeye eklenmeli. Vietnam, böyle olunca, daha birkaç yıl önce savaşa tutuştuğu Çin’i örnek aldı, karma ekonomiye geçti, yabancı sermayeye açıldı. Bunu, sanatçıların ve genel olarak öğrencilerin Rusya yerine Amerika’da eğitim almaya gönderilmesi izledi. Şu an ABD, Vietnam’ın Çin’le birlikte en önemli ticaret ortağı. Amerikan savaş gemileri, Vietnam limanlarına demirliyor. ABD Vietnam’da askeri üs açmak istiyordu, neyse ki VKP (Vietnam Komünist Partisi) reddetti. Neden bunlardan söz açtık? Tüm bu gelişmeler, sanatı da etkiliyor. Gençlerin sanatı Vietnamlı ve toplumcu olmaktan oldukça uzak. Toplumsal gerçekçiliği dinozorluk olarak görüyorlar diyebiliriz.

Sosyal medya paylaşımlarınızdan gördüğüm kadarıyla şiir çalışmalarınız da var. Modern şiirin gelişmişlik düzeyi açısından Vietnam ve ülkemizdeki durum hakkında bir kıyaslama yapabilir misiniz?

Şiirin gelişmişliğini ölçmek doğru mu bilemiyorum. Şimdiye dek yüzlerce şiir çevirdim. Elimde yayınlanmayı bekleyen ve bir türlü yayınlanmayan antolojiler var. Bu antolojilerde en çok beğendiklerim, toplumsal gerçekçiler oluyor. Vietnamlı gençlerin sıkılması gibi, ben de bireysel izleklerden, özellikle de aşktan sıkılıyorum. Şimdi tarihsel şiirler de çevirdiğim oluyor; örneğin, Çin şiirinden. O zaman toplumsal gerçekçilik yoktu, nasıl değerlendireceğiz? Toplumsal konular işleyenler kalbimi kazanıyor. Örneğin, biri, toplumdaki adaletsizlikleri mi konu alıyor, hemen radarıma takılıyor. Elbette şematik de bakmamak gerekiyor ama beni toplumu ilgilendiren konular daha çok kendine çekiyor. Vietnam sanatının en güzel, en nitelikli yılları, savaş dönemi. Sonrasında Vietnam sanatı diye bir akımdan ya da yaklaşımdan söz etmek zor. Dünya çapında ün kazanıp büyük kazançlar elde eden Vietnamlı ressamlar var; ancak bunlar, ne kadar Vietnam gerçeğinden uzaklaşıp soyutlaşırlarsa o kadar çok değerli sayılıyorlar. Bunun tersi durumlar da var elbette: Küresel dünya, Vietnamlının Vietnam’a özgü sanatını alkışlamak istiyor ama Vietnam’ın genç sanatçıları bunu sanat değil zanaat olarak görüyorlar artık… Şiirden girdik, resimden çıktık; durum şiirde de çok farklı değil…

Psikoloji üzerinde oldukça değerli çalışmalarınız olduğunu görüyorum. Ülkemizde psikodinamik açıdan sanatçı özelinde şiir incelemeleri yapan meslektaşlarınız var. Ben bu tür çalışmaları şiirin yaratılış süreçlerindeki çok katmanlılık ve geçişkenlikler göz önüne alındığında şairin bilinçaltına ilişkin bir niyet okuma olarak değerlendiriyorum. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Öncelikle Türkçede yanlış kullanım var. Bilinçaltı değil bilinç dışı. Bilinçaltı, istediğimiz zaman erişebileceğimiz bilgiler içerir, örneğin “Dün akşam ne yemek yedik?” Biraz düşünürsek aklımıza gelir. Bilinçdışı ise, terapi ve rüyalar gibi özel durumlar dışında erişemediğimiz bilgi ve deneyimlere karşılık gelir. Dolayısıyla sanata yansıdığı ileri sürülen, bilinçaltı değil bilinç dışı. Diğer bir nokta da şu: Psikodinamik yaklaşım, eskiden çok öne çıkardı ama bugün yaklaşımlardan yalnızca biri olarak görüyoruz. Sanatı ve sanatçıyı nesneleştiriyor, edilgen varlıklar olarak tarifliyor. Yine de kimi çalışmalar değerli katkılar içeriyor. Bu konu, edebiyat psikolojisi alanına giriyor. Benim sanat psikolojisi konulu bir kitabım var. Bu noktada, konuyu yalnızca şiir değil sanat üretimi bağlamına oturtmak gerekiyor. Sanatçının psikolojik süreçleri, üretimde etkilidir ama ne ölçüde etkilidir? Toplumsal etkilerle bireysel etkiler nasıl buluşuyor? Bunlar henüz iyice yanıtlanmış sorular değil.

Son söz olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz mesajlar nelerdir?

MayaKültür olarak çok güzel çalışmalar yapıyorsunuz. İzliyorum. Bu vesileyle çalışmalarınız için kutlarım. Daha çok okura/sanatsevere ulaşmanızı dilerim.

ULAŞ BAŞAR GEZGİN HAKKINDA

1978 İstanbul doğumlu Ulaş Başar Gezgin, Türkiye, Vietnam, Tayland ve Malezya’da 23 yıl ders verme deneyimine ve Yeni Zelanda (doktora), Avustralya (ortak proje) ve Latin Amerika’da (gazetecilik) araştırma deneyimine sahip bir akademisyen-yazardır. Eğitimini Darüşşafaka (1989-1996), Boğaziçi Üniversitesi (Eğitim Bilimleri (Psikolojik Danışmanlık), lisans, 2000; Sosyal Psikoloji, yüksek lisans 2002), ODTÜ (Bilişsel Bilimler, doktora, 2006) ve yurtdışında (2009, üniversite düzeyinde ders verme yetkisi, Avustralya; Darmstadt Teknik Üniversitesi, Şehir Plancılığı, yüksek lisans, 2011) tamamlayan Gezgin’in toplam 116 kitabı bulunmaktadır. 2014’te Türkiye’de doçent, 2017’de yurtdışında profesör olmuştur. Akademik çalışmalar dışında, çeşitli dergi ve gazetelere köşe yazıları yazmakta; şiir, şarkı sözü, şarkı, deneme, yazınsal inceleme, öykü, film öyküsü, film çözümlemesi, tiyatro oyunu, masal ve roman türlerinde yapıtlar vermekte ve çeşitli ülkelerden şairleri ve şarkıcıları Türkçe’ye kazandırmaktadır. Çeşitli çalışmaları 13 dile (Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rusça, Japonca, Vietnamca, Tayca, Gürcüce ve Azerbaycanca) çevrilmiştir.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Sanatta Kapitalizmin Yeni Yanılsaması: Yapay Zeka" dosya başlıklı yeni sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar