Nerede bir yaşam ve sevgi varsa orada mutlaka umut da vardır. Umut etmek cesaret etmektir. Umut insani duyarsızlıkları yumuşatır. Çünkü, aşk, güven, sevgi umudun içinde vardır.
Belli mi olur!..
tam düşmüşken umutsuzluğun dibine
yeşerir belki
kuruyan dallarından bir tomurcuk
ve hiç ummadığım
bir yağmur sağanağı ile doyarak suya
yeniden açarsın
yapraklarını, kelebek olacak tırtıla
Belli mi olur!.
Umut, hem insanın dünya içindeki fiziksel serüveni açısından hem kendini gerçekleştirme amacıyla hem de diğerlerinin toplumun ortak geleceği ile ilgili olumlu beklentisidir. Umutsuzluk, insanın içine düştüğü negatif durumlardan mutsuzluk, çaresizlik, ihanet gibi yaşadığı olaylardan doğan bir duygu durumu diye düşünürsek, umudun da bu durumlardan çıkış yolu beklentisi, pozitif bir duygu durumu diye düşünebiliriz. İnsanın içine düştüğü bir tehlike halindeki çaresizliğine geçmişte yaşadığı kötü deneylerden nasıl kurtulabildiği tecrübesine güvenerek düştüğü çaresizliğe şimdiki anın da kılavuzu olacağı beklentisidir. Veya ataların tecrübe aktarımlarından edindiklerimizi hayat pratiğinde yeniden örnek alarak bir çıkış ışığı olarak zor durumlardaki bir beklentimizdir.
Umut bir tecrübe birikimi ile uyanabilir. Savaş yaşamış toplumların, yeniden yaşadığı bir savaşın içindeki çaresizliğini, geçmişteki savaşlardan nasıl mücadele edilerek çıkıldığını bilerek, bu savaşın da atlatılacağını, kötü günlerde nasıl ayakta kalınabileceğini tecrübe ile umut etmesi gibi. Ya da geçmişte yaşadığı kötü bir deneyin tekrarı halinde, tecrübeye bakarak yeniden bu kötü durumdan kurtulabileceğinin beklentisi gibi. Geçmişte yaşanan kötü bir hastalığın ya da ekonomik bir sıkıntının bugün yaşanan tecrübe olması gibi…
İnsanın geçmiş yolculuğundan çıkarımları ile tecrübeleri umulmak istene kılavuz edilirken , Bir de umudun metafiziğiyle avunmak var. Başınız hiçbir zora girmese bile günlük beklentiler para, aşk, mutluluk, sadakat gibi gerçek hayat içinde ulaşılamayan ama göksel bir güçten umularak, ona havale edilen talep umutları var ki, bunları sıkışmış bir beklenti halinde ki umuttan ayırmalı. Umut etmeyi genellikle dileklerle karıştıranlar var, gök katına ellerini açarak, ev, para, sağlık istemek gibi….
Toplumsallıktan bireyciliğe özendirilen insanların, aslında insanın özgürleşmesi olduğuna inandırıldığı dünya içindeki tekliği, yalnızlığı, her geçen gün kendisine yabancılaşan bir dünyada onun eylemden çok göksel bir umuda, olağanüstü beklentilere yönelmesine önemli bir etken olduğunu düşünmekteyim. Ayrıca her şeyin tüketilebileceğini emsalleriyle bilinç altımıza kazıyan kapitalizm, İnsanların çoğu zaman kendilerini sahip oldukları şeylerle özdeşleştirme eğiliminde oldukları için obje fetişizmine doğru itilen bilinçsiz insanın, değerini kaybetmesi ile başlayan insanın içindeki boşluğu ya metafizik düşüncelerle doldurmasına ya da hiçlik duygusuna itmektedir. Erich Fromm’un dediği gibi “Umut etmek demek, henüz doğmamış olana her an hazırlıklı olmak ve beklenen doğum bizim ömür süremizde bile çaresizliğe kapılmamak demektir.” (Umut Devrimi s.13)
Her ne kadar umut gerçekliğin dışında bir duygu imiş gibi düşünülse de sürekli bir evrim içinde olan gerçekliğin gerçek olabilmesinin tek koşulu, değişimin istenci olmasıdır. Umut ve arzu aynı şey değildir. Bir devrim umut edilebilir ama onun için bir çaba sarf edilmedikçe umut edilen boşa çıkar. Toplum yapıları ne kadar baskıcı ve ekonomik sıkıntılar o toplumu ne kadar zora sokarsa o toplumun umutsuzlukları artar fakat sıkışmışlık onları yeniden çıkış umut itkileriyle harekete geçer. Bir de uhrevi beklentiler vardır ki bu hayattan beklediklerinin karşılığını bulamamış ama din ya da çeşitli fizik ötesi inançlara bağlanarak umuda yatmış olanların afyonlu hisleri ile avutulmaktadırlar. Ama diğer taraftan içine düşülen kötü koşullarda çıkışın tecrübe ve mücadele yöntemi ile yeniden kazanılarak zor durumdan çıkışın umudunu sıcak tutanlar var. Bu grup insanlar bilir ki umut edilen şeye ulaşmanın yolu sabır ve mücadeleden geçer. Umut yaşamı kurtarır.
Umut inançlı ve inatçıdır
“Kimileri umut ederken geleceği, kimileri umuda yatırmaz gerçeği“
Aslında umutlu olmak umutsuz olmaktan daha zordur. Çünkü hayat içinde olumsuzluklar daha fazladır. Genellikle kötümserlerin tahmini daha çok tutar. Caddedeki Ihlamur ağacının kesileceğini söylen, kesilmeyeceğini düşünenden daha doğruya yakındır. Marx’ın deyimiyle, ”Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser.” Eğer caddeye cepheli bir alışveriş merkezi yapılacaksa ıhlamur ağacı feda edilir. Ve butün edimlerin karşımıza sıkça çıkması olumsuz düşünceyi haklı kılar.
İnsanları umutsuzluğa düşüren, uzun bir karanlık geçmişin değişmemesi şimdinin ve geleceğin de aynı olacağı kuşkusu ile hiçlik duygusuna iter. Hiçlik duyarsızlaştırır. Geleceğe olan inancı ve dolayısıyla umudu karanlığında emer. İnsanların somut elle tutulur gibi algılayamadığı Kapitalizm, emperyalizm gibi kavramlar soyutlaşır. İnsanda kendine ve çevreye yabancılaşma başlar. İnsanın içindeki boşluk yabancılaşmayla büyür derinleşir. Ve insanda mutsuzluk, huzursuzluk başlar. Bu nedeni kavranamamış huzursuzluk, insanlardan birbirine sirayet eder. Toplumda bilinçsiz bir umutsuzluk baş gösterir. Kendine ve geleceğe karşı umutsuz olan insan bilinçsiz umuda sığınır. Umudu göksel beklentiye havale eder.
Halbuki bilinçli umut, içinde bulunduğu sıkışmışlığın çıkış kapılarını arar ve sürekli kurtuluş için kafa yorar, mücadele eder ve bunları yaparken umudu canlı tutar.
Judith Hermann, batmakta olan bir gemiden kurtulmayı umut ederek gemiden atlayarak yüzmeye çalışan biri ile geminin nasılsa batacağını ve kimsenin kurtulamayacağı umutsuzluğuna düşüp ve ölüme teslim olan biri, ölmeyip kurtulsa bile o gemideki facia onda hep travma olarak kalacağını ama kurtulmayı umut ederek mücadele edenlerde travmanın görülmediğini söyler (Travma ve İyileşme, Judith Hermann).
Her umut, kurtuluşa yöneliktir. Umudun içinde güven ve inanç ve inat vardır. Zira içinde inat olmayan umut mücadeleci değil, beklentidir. İçine düştüğümüz imkansızlıktan nasıl kurtuluruz? Tutsaklık, hastalık ve bir zorbanın karanlık dönemini yaşayan toplumların, bu durumdan kurtulmak için insanının çaresiz karanlığından çakan bir kıvılcımdır umut, çaresizliğe teslim olarak aklını yitirmek yerine, kendini sorgulayarak ve yargılayarak, ve direnerek varacağı sonuçlar ile kurtulma beklentisidir. Elle tutulur bir kurtuluş ihtiyacı duymayanlara, belli bir nesnesi olmayan açık uçlu beklentileri olmayanlara içinde bulundukları zor konumdan kurtuluş umudunun dua etmekten ne farkı olabilir?
Tıpkı insanlar gibi toplumlarında umutları ve umutsuzlukları olduğunu düşünürsek; faşizm ile yönetilen bir toplumun çoğunluğu bu vahşetten ve karanlıktan çıkamama çaresizliği ile teslim olmuşlardır ki faşizm o toplumda yer edebilmiştir. Ama diğer taraftan teslim olmayı reddederek bu karanlıktan çıkış yollarının olabileceğini umut edenler de vardı. Çünkü böyle olmasaydı faşizmi yaşayan Almanya ve İtalya’da faşizm hala sürüyor olurdu. Demek ki umut edenlerin ve umudu harekete geçirenlerin azımsanmayacak kadar güçlü olması ile yenmiş olmalıydılar faşizmi.
Bizim ülkemizde de buna benzer bir durum yaşamaktayız, her ne kadar açık bir faşizm yok ise de, sürekli emperyalist aktörlerin üzerinde oynadığı topraklarda yaşayan halklar olarak sürekli baskı ve şiddet altında kalmamızdan kaynaklanan ve asırlardır değişmeyen yönetim ve yoz sistemler toplumu umutsuzluk sarmalına sokmuş görünüyor. Ve umutlarını kaybetmeyen mücadeleci kesimlerin kafa tutmaları ya tutsak edilerek, ya işkence ile ya da öldürülerek bastırılmıştır. Ancak umutları kırarak, mevcut kötülüğe alıştırarak, kabullendirerek mevcudiyetini sürdürmekte olan diktatöryal sistemlerin uzun ömürlü olması belki de hayal kırıklıklarına bağlı olarak kapılan umutsuzluklar yaratmış ve insanları hiçliğin çukuruna itmiş olabilir.
Umut etmeyi talep etmek gibi bir beklentiye bağlamak, beklentin sonucu istediği gibi olmayınca hayal kırıklığı yaşamak değildir. Yani annenizin size para yardımında bulunacağını umarken annenizin para yardımı yerine size öpücük vermesi ile kırılan hayaliniz gibi değil elbette, iyimserlik de değil umut. İyimserlik olaylar karşısında hiç bir çaba sarf etmeden, her şeyin böyle olmak zorunda olduğunu, kadersel bir görüyle değerlendirmek de değil. İyimserlik her olumsuzluk karşısında nihilizme düşme zayıflığıdır. Her gün yüzlerce kişinin görüşünden dolayı tutuklandığı veya öldürüldüğü totaliter bir sistemin devrilip yerine daha insani bir düzenin geleceği umuduyla mücadele etmekle “aman canım kim baki kalmış ki onlarda gider bir gün” gibi kıvranan ve huzursuz insanları teselli etmek de değil.
Kısacası umut ne sizin dışınızda bir elin veya doğa üstü bir gücün size sihirli bir destek göndereceği olmadığı gibi, gerçekçi olmayan bir şartların zorlanmasıdır.
Gerçekçi ol imkansızı iste! Umut bir hedefe kilitlenmektir, zamanı geldiğinde sıçrayacak ve uçacak şahin gibidir. Umut etmek yaşamın rahminde yatan ve zamanı gelince doğacak olandır. Eğer kendi yaşam sürecimizde doğmamış ise umutsuzluğa düşmek bizi zayıf kılacak ve bir süre sonra bizi umutsuzluğa düşürecektir. Ve içinden çıkılmak istenilen sıkıntı süreci uzamış, beklenen umut gelmemiş ise, bundan sonra hiç olumlu bir şey olmayacağı karamsarlığı bizi duygusuzlaştırabilir. Umutlu olanlar yeni yaşamın filizlerini görebilir. Ve bu filizlenmenin yeni bir yaşamın doğumu olarak onun varlık kazanmasına yardımcı olurlar. Eğer umudumuz bilinçli ise beklentiye dönüşmez, umut kırıklığı yaşamazsınız. Uygun koşulların mutlaka olabileceğini ve sıkışmışlıktan çıkılabileceğini yordamla değil, makul yollardan olabileceğini bilmektir.
Nazi kamplarında bekleyenlerin “Nasılsa hepimiz gaz odasına gideceğiz.” beklentisiyle yaşamdan vazgeçenlere göre sonuna kadar yaşam mücadelesi vererek ayakta kalmaya çalışanlar Nazi kamplarından kurtulanlardır. Yaşam dair hiç bir iyi beklenti kalmamışken acılı sürece ezbere bildiği bir şiiri defalarca okuyarak katlananlar olmuştur. İnançsız umut ayakta kalamaz.
Nazi toplama kampında esir olarak kalan 20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından Viktor E. Frankl, umudun bir anlam arayışı olduğunu söyler: “Bir bireyin anlam arayışı başarılı olduktan sonra bu onu mutlu kılmakla kalmaz, ona, acıyla başa çıkabilecek bir yeti de kazandırır. Peki kişinin umutsuz anlam arayışı boşa çıktığı zaman ne olur? Bu, öldürücü bir durumla sonuçlanabilir. Örneğin, esir ya da toplama kampları gibi aşın ortamlarda bazen meydana gelen olayları anımsayalım. Amerikalı askerler tarafından anlatıldığı kadarıyla, ilk durumda ‘vazgeçmek’ dedikleri bir davranış yapısı kristalleşmiştir. Toplama kamplarındaki davranış ise sabahın saat beşinde kalkıp işe gitmeyi reddeden, bunun yerine barakada sidik ve dışkıyla ıslanmış samanların üzerinde yatan tutukluların davranışıdır. Hiçbir şey -ne uyanlar ne de tehditler- bu insanların fikrim değiştiremiyordu. Bunun yerine, ceplerinde sakladıkları bir sigarayı çıkarıp içmeye başlıyorlardı. Bunu gördüğümüz an, bu insanların kırk sekiz saat içinde öleceğini biliyorduk. Anlam yönelimi geri çekilmiş ve sonuç olarak anlık haz arayışı duruma egemen olmuştur. Umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir ve böylece kendini değiştirebilir. Kişisel bir trajediyi bir zafere dönüştürebilir“. (İnsanın Anlam Arayışı, s. 153, Viktor E. Frankl)
Nerede bir yaşam ve sevgi varsa orada mutlaka umut da vardır. Umut etmek cesaret etmektir. Umut insani duyarsızlıkları yumuşatır. Çünkü, aşk, güven, sevgi umudun içinde vardır. Umut etmek bizi ölümün soğuk sancısından uzaklaştırır; umut etmek bizi yaşama bağlar; umut etmek, yeniden yaratmamıza, kendimizi ve etrafımızdaki olumsuzlukları değiştirmeye yarar; umut etmek yeni fikirlerin, yeni görüşlerin önünü açar. Umut etmek yeni bir hayatın ve sömürüsüz bir dünyanın kapılarını aralamamıza yarar. Umut etmek sadece düşe yatıp beklemek değil, göksel bir güce el açıp beklemek de değil. Umut etmek ama umudu harekete geçirerek umut etmek, çok şeyi kurtarır. Umut, boyun eğmeyen yazgıyı kabul etmeyen sabırlı bir dirençtir. Umut, Brecht’in sözüyle “Zor günlerde, zor günleri anlatan türkü söylemektir.”
14 Şubat 2017
Kapaktaki tablo, Natalia Baykalova’ya aittir.