Folklorik Devrimcilikle Yeni Şiir Yazılamaz

Şişkin egolarıyla ortada dolanırken, kabarmış horoz gibi sosyal medya mecralarında efelenirken kendilerinin aslında karikatür dergilerinde sıkça rastlanan komik figürlerden biri olduğunun farkında değiller.

Geçmişe saplanıp kalanlara, orada yaşayanlara “nostalji yapıyor” deriz. Günlük yaşamda çok sık kullandığımız bu deyimi yerli yersiz kullandığımız da oluyor elbette.

Edebiyatımızda Abdülhak Şinasi Hisar, şimdinin içinde yaşayan eskiye karşı duyduğu özlemle bilinir. Eski İstanbul’u çocukluğunun, gençlik yıllarının geçtiği Boğaziçi kıyılarını, eski semtleri anlatır eserlerinde.

Yazılarındaki mekân onun çocukluğuna özlem duyduğu İstanbul’udur. Yazar “Boğaziçi Yalıları“, “Boğaziçi Mehtapları” ve “Geçmiş Zaman Köşkleri” adlı eserlerinde geçmişe duyduğu özlemin kıyılarında çizdiği rotada gezdirir bizi.

Yine aynı şekilde; Yahya Kemal Beyatlı “Kökü mazide olan atiyiz.” diyerek Osmanlı’nın başkenti İstanbul’un tarihi dokusunda, mimarisinde, musikisinde tarihi bir yolculuğa çıkarır okuyucularını.

Günümüzde, TV kanallarında Türk tarihi ve Osmanlı’dan esinlenerek tarihi şahsiyetler üzerinden çekilen filmlerin, dizilerin sıradan insanlar üzerindeki etkilerini görüyoruz.

Evinde, dizi kahramanlarıyla aynı giysileri giyip kılıçla, gürzle poz verenlere; sosyal medyada bu yanılsamayı gerçekmiş gibi algılayıp şişirilmiş egoyla ırkçı, gerici paylaşım yapanlara hep rastlıyoruz.

Yaşanan derin büyük geçmiş histerisinin tarihine baktığımızda bunun bilimsel dayanaklarına da kısa zamanda ulaşıyoruz.

Bir tür nostalji hastalığı olarak tanımlanan geçmişe bağlılığın, hayranlığın hatta o düzlemde yaşamanın modern toplumlarda çok yaygın bir sanrı olduğu gerçekliğini anımsatıyor bize.

Nostalji hastalığına önceden İsviçre hastalığı adı veriliyormuş. Bunun nedeni 17. yüzyılda İsviçreli askerlerin memleketlerinden uzakta özleme dayalı psikolojik sorunlar yaşamalarıydı.

Bu sorunlar genellikle uykusuzluk, ritim bozukluğu, yorgunluk ve hazımsızlık gibi belirtilerle ortaya çıkıyordu. Depresyona da benzeyen bu bulgular, hastaları zamanla durumlarının ağırlaştığı semptomlara sürüklüyordu.

Söz konusu işin, bilimsel ve tarihi arka planından öte, ben günümüzdeki sosyal medya üzerinden geçmişin güzel anılarını, yaşanmışlıklarını bir hastalık düzeyinde sanatına şiirine yansıtanlara sözü getirmek istiyorum.

Anın içindeki devrimci mücadelede yer edinmeyen ya da kendini merkeze alarak toplumsal mücadeleye sosyal medya mecralarında sanal miting yaparak katılan bu kişilikler hastalığı iliklerine kadar yaşamakta.

Paylaşımlarında, devrimci geleneğin yarattığı değerleri, sembolleri sloganlaştırarak kullanan bu kişilikler, şiirlerinde de o dönemin imge havuzundaki sözcükleri yeniden gün yüzüne çıkararak arkaik bir şiir izleği oluşturmakta.

Geçmişe özlem, hastalık derecesinde olunca günümüzdeki toplumsal mücadelenin reddi, eleştirisi, eksikliği üzerinden bugüne bağlanamayan kendi fildişi kulesindeki yalnızlığı erdemleştiren bir durum ortaya çıkarmakta.

Anın içinde olay ve olgulara karşı eleştirel(miş) gibi duran bu tipler adeta folklorik bir devrimcilikle sürekli izleyici (edilgen) konumunda geçmişin ekmeğini yeme adına iyi niyetli girişimlere karşı mesafeli tavrını sürdürmekte.

Sosyal medya, insanlara egolarını tatmin edecekleri yeni bir iktidar alanı açtı. Algoritmalarıyla insanları gözleyen, yönlendiren dijital alanlarda yapay özgürlük duygusu ağırlık kazandı.

İşte, teknolojinin dijital alt yapılarının sunduğu yeni olanaklarla kendi benini geçmişe ayarlayan bu kişilikler, yakalanmış oldukları hastalığın pençesindeler.

Pratik olarak tarihin yaşanmış ve bitmiş bir noktasına takılı kalarak içinde yaşadığı anın akışında eylemsizliği kutsayan bu parçalanmış benler yaşadıklarının farkında değil mi?

Bir kısmı bence gerçekten tam olarak farkında değil. Yakalandığı hastalığın ayırdında olmadan, toplumun içinde 70’lerin İspanyol paça pantolonları, geniş yakalı gömlekleriyle gezinenler gibiler.

Ama asıl bunun farkında olarak içine düştükleri kısırlıkta, geçmişi sanatına malzeme olarak kullananlar var. Bunu da bilinçli yapıyorlar çünkü anın içindeki akışkanlığa dair şiirlerinde bir arka plan, söyleyecek yeni sözleri yok.

Onlar geçmişin anılarından yaratılmış güzel değerleri yağmalayarak hatta üzerinde tepinerek şiirlerini kurmayı bilinçli bir tercih olarak önlerine koymuş.

Emek hırsızlığı, değer cellatlığı bildikleri şimdiye kadar sağa sola saldırarak hayata geçirdikleri, tek şey. Bu işi de devrimci militan sözlerle cilalayıp her mecrada layıkıyla yerine getiriyorlar.

Şişkin egolarıyla ortada dolanırken, kabarmış horoz gibi sosyal medya mecralarında efelenirken kendilerinin aslında karikatür dergilerinde sıkça rastlanan komik figürlerden biri olduğunun farkında değiller.

Geçmişi yeniden tekrar etmek mümkün değildir. Ancak geçmişin günümüze yansıyan değerlerine uygun bir eylemsellik içinde olursan şiirini de doğru yere koymuş olursun.

Sözün kısası; folklorik devrimcilikle asla yeni şiir yazılamaz.

Yol üstündeki kurbağa gibi şişerek patlar gidersin.


Kaynak:

https://evrimagaci.org/nostalji-nedir-gecmise-duyulan-hasret-bir-hastalik-olabilir-mi

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin "Cinsellik, Aşk ve Sanat" dosya konulu dokuzuncu sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar