Müzik alanın denetimi daha çok organizasyon ve prodüksiyon firmalarının denetimindedir. Bu firmalar müzisyenlerin kendi dışlarında hareket etmesini istemedikleri gibi siyasi iktidarı elinde tutanlarla mücadele edenleri firmalarında tutmazlar. (…) Pop star olmanın yolu milliyetçi ve faşist bir eğilimde olmakla iç içedir. Öyle olmayanları piyasa dışlar, kanallar hiçbir şekilde ilk ona koymaz.
Ülkemizin gündemi o kadar hızlı değişiyor ki yetişmekte zorlanıyoruz. Ekonomik buhranın perdelendiği bu hızlı gündem değişiklikleri elbette birilerinin işine yarıyor ve birileri tarafından özellikle organize ediliyor.
Birkaç gündür sosyal medya mecralarında çok konuşulan, tartışılan Gülşen davasına dair bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle sorunu, AKP ve baskı politikaları üzerinden değerlendiriyoruz. Aslında bu durum dar ve sorunu geniş bir açıdan görmemizi engelliyor. Çünkü bu baskılanmanın nasıl olduğunu pek göstermiyoruz.
Öncelikle bilelim ki bütün yapım, prodüksiyon firmaları merkezi olarak bir baskı altında tutuluyor. Kanalların yüzde sekseni yandaş sermaye tarafından ele geçirilmiş durumda. Bunun dışında başrol oyuncularına verilen yüksek paralar sürekli onlarla alttakiler arasında ilişki kurulmasını veya ortak bir örgütlenmeyi engelliyor. Bu tarz yapım firmalarında, TV kanallarında çalışanların örgütlenmesi çok zor. Çünkü bu sektörün genel yapısı çalışanların birbirlerini bıçaklaması üzerine kurulu. Bir parasal destekli projeyi almak için veya bir projeyi geçirmek için herkes birbirini bıçaklamaya hazır. Sektörün böyle olması sürekli kaypak insan tiplemesini ortaya çıkartıyor.
İşin diğer yanı bu sektör içeri ve dışarı olarak ikiye ayrılmıştır. Set ve çevresi ayrı bir grup, prodüksiyon ayrı bir gruptur. İş başladığında kimsenin kimseyi görmesine, iletişime geçmesine olanak yoktur. Mesai saatleri, haftada bir gün iznin ardından 12 veya 16 saat arasıdır. Bu alanda tercih edilen insanlar; iki gün, üç gün hiç uyumadan çalışan, yarasa denilen tiplerdir. Bunlar sürekli pohpohlanır, böylelikle bu çalışma tarzı genelleşerek rutin hale gelir. Hâlâ bu yoğun çalışmaya dair, sinema emekçileri ve sendika çalışması yapan arkadaşlar pek çözüm bulamamıştır.
Yapım, prodüksiyon ve kanallar AKP’nin denetlediği alanın sınırları dışına çıkamazlar. Çünkü projelerinin desteklenmesi için ve dizilerinin TV’lerde yayınlanması için kanalları ve yapım firmalarını elinde tutan AKP’lilere tavır koymamaları lazım gelir. Tavır koydukları zaman da hiçbir projelerini geçiremeyeceklerini bilirler. Bu yüzden örgütlenme çalışması yapmazlar, AKP’nin yarattığı bu denetim ağına karşı çıkmazlar. İşleyişe karşı çıkmayanların yüzde sekseni rahatlıkla diyebiliriz ki, sosyal demokratlardır.
Aynı sorun müzik piyasasında da vardır. Müzik alanın denetimi daha çok organizasyon ve prodüksiyon firmalarının denetimindedir. Bu firmalar müzisyenlerin kendi dışlarında hareket etmesini istemedikleri gibi siyasi iktidarı elinde tutanlarla mücadele edenleri firmalarında tutmazlar. Bu yüzden Gülşen gibi bütün müzik kanallarında ilk ona giren sanatçıları ellerinde tutarlar. Zaten Gülşen’in yaptığı farkında olmadan bir yol kazasıdır. Bilinçli olarak yapılmış bir eylem değildir. Gülşen de bu sistemin yetiştirdiği milliyetçi bir müzisyendir. Zaten bu tarz popüler müzik yapan insanların genel karakteri budur. Pop star olmanın yolu milliyetçi ve faşist bir eğilimde olmakla iç içedir. Öyle olmayanları piyasa dışlar, kanallar hiçbir şekilde ilk ona koymaz.
Oyuncuların ve müzisyenlerin çoğu bilakis sol gelenekten gelen oyuncular olmak üzere bu durumu gördükleri halde tek laf etmezler, bu alanın örgütlenmesi için çaba harcamazlar. Hiçbir sorunu çözmek için adım atmazlar. Çünkü hemen piyasanın dışına atılacağı korkusuna kapılırlar. Bu yüzden görmedim, duymadım, bilmiyorum şaklabanlığını yaparlar. Hatta bu solcu görünen oyuncuların çoğunluğu yaygın hale gelen faşist ve ırkçı milliyetçi kültürün oluşması için yapılan projelere ve dizilere destek verirler. Hiçbirine hiçbir şekilde karşı olmazlar. Ercan Kesal, Gülsen Tunçer, Civan Canova ve benzerlerini sayabiliriz bu konuda. Bu alanın sorunlarına dair konuyu derinlemesine bilmelerine rağmen hiçbir şey yapmazlar.
Örgütlü bir alan olmadığı gibi bu sektör tamamıyla AKP’nin sermaye taşıdığı firmaların denetimindedir bu alanlar. Bunun alternatifi olabilecek demokrat yapım firmalarının ve kanalların bir araya gelerek oluşturduğu bir yapı oluşmadı. AKP’nin desteklediği ve piyasa gözetiminin rahat yapıldığı Acun Ilıcalı’nın kurduğu EXXEN şu an büyük bir güç oldu. Eski ANS’den gelenler D Prodüksiyon’u kuranlar tamamıyla darmadağın edildi. Sektörde kısmi bir sosyal demokrat mücadele alanı oluşabilirdi buradan gelenlerle. Fakat piyasanın sermayeye bağlı yapısı bunu engelledi.
Bunun dışında ellerinde prodüksiyon ve yapım firmaları bulunan üç ünlü Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Şahan Gökbakar sosyal demokrat çizgide oldukları halde çıkarlarından dolayı bu sistemle fazla uğraşmazlar. Yılmaz Erdoğan diyebiliriz ki piyasanın en büyük rantını yiyendir. Kurduğu tiyatro okulu ile çoğu dizinin oyuncularını belirler yani cast ajansı işi yapar. Bu insanlar sektör içindeki kültürel seviyeyi belirler ve bu baskılandırmanın karşısında hiçbir şekilde durmazlar. Ne kadar yer yer tepkisel olarak görünseler de AKP’nin kurduğu bu sistemin devamından yanadır.
Proje geçirmek ve yeni gelişen bir sektörde bir ekonomik alt yapı oluşturmak için taviz vermekten başka şansları yoktu. Tabii ki önemli olan projelerle gelecek paraydı. Böyle olunca herkes birbiriyle savaşarak, birbirini ezerek bu sektörde var olmaya çalışır.
Bir bakarsın bir prodüksiyon firması bütün set ve prodüksiyon işlerine dair öyle bir proje sunar ki diğer prodüksiyon firmalarının bazıları iflas eder, bazıları o sene kuş avlar.
Bunun yanında çoktandır laiklik mücadelesinden vazgeçildi. 90’larda Aydınlık ve çevresinin merkezinde devam eden laiklik mücadelesi 2000’lere doğru terk edildi. CHP laiklik mücadelesinde tamamıyla vazgeçti. Bunun nedenini güçlenen tarikatlar ve dinsel ideolojiye karşı, onları içinde parçalayacak bir düşünceyle hareket etmek anlayışı oluştu.
Bu durumun nedeni, sermayenin CHP içinde yaptığı baskı ve toplumsal gericiliğe duyduğu ihtiyaçtır. Amaç toplumun örgütlenme alanı olarak tarikat ve cemaat yapılarına geçmesini sağlamaktır. Buradaki amaç demokratik kitle örgütlerinin yerine cemaat ve tarikat yapılarını koymaktır. Seksenden beri ortaya konan bu proje hızlı bir şekilde devam ediyor. CHP de bu anlamda sermaye destekli bu projeye destek veriyor. Böyle olunca Gülşen’e dair yoğun bir tepki verecek CHP, dinsel politikalara verdiği destekten dolayı toplumun gazını alacak bir şekilde olaya yaklaşıyor.
Müzik ve dizi sinema sektörü görüldüğü üzere tamamen AKP’nin denetimi altındadır. CHP’nin izlediği politikanın özü dinsel gruplara şirin gözükmek olduğu için devleti ele geçirmiş AKP sermayesi istediği gibi at koşturuyor. Çoğu alan AKP’nin denetimi altındadır. Basit bir örnek vereyim, sorun anlaşılsın diye. 2017 yılında Sarıyer Reşitpaşa’da bulunan borsaya bahçıvan olarak girmek istedim, benden AKP üye olmamı istediler. Sonra sorup soruşturunca borsadaki bütün alanların AKP’nin denetiminde olduğunu öğrendim. Yani Türk parasına dair yapılan spekülasyonların nedenlerini şimdi daha iyi anlayabiliriz.
Altılı masada sürekli bu sorunun çözümü olarak seçimler gösteriliyor. Öncelikle bilelim ki, devletin her alanını hatta devlet olmuş AKP’nin öyle bir seçimle iktidarı vereceğine inanmak saflıktır. Her sorunun çözümü olarak seçimi gösterenler, bu anlık yanılsamalarını topluma dayatarak, gerçekçi bir toplumsal mücadele yapmanın önünü kesiyorlar. Daha doğrusu sermayenin çizdiği rotanın dışına çıkmadan hareket ediyorlar.
Bu sorunu aşabilmenin yolu sınıf mücadelesini merkez yapan bir eksen izlenmek olmalıdır. Laik – anti laik mücadelesinden daha çok sınıf mücadelesini öne çıkaran bir sol çizgi oluşturmak lazım.