AKP’li Numan Kurtulmuş’un 19 Mayıs 2025 tarihinde Şırnak Üniversitesi’nde düzenlenen “Şırnak Sivil Toplum Buluşması” programında yaptığı konuşmada, Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e karşı İdris-i Bitlisi ile yaptığı ittifakın Anadolu’daki Müslüman toplulukların birlikte var olmasına zemin hazırladığını söylemesi, ne yazık ki tarihin acı gerçeklerini göz ardı eden bir yaklaşımı yansıtmaktadır.
Oysa bu tarihsel süreç, özellikle Aleviler için bir “birlik” değil; bastırma, dışlama ve katliamlarla örülü bir yıkım dönemidir. Şah İsmail’e destek verdikleri bahanesiyle on binlerce Alevi katledildi. Devlet belgelerine geçen “Kızılbaş listeleri” ile insanlar fişlendi, köyler yakıldı, ocaklar söndürüldü. Bu, Anadolu’daki Müslüman halkların bir araya geliş hikâyesi değil; bir kısmının diğerine karşı kışkırtıldığı, kimliğinden ötürü cezalandırıldığı bir trajedidir.
Unutulmamalıdır ki Aleviler bu coğrafyanın en kadim halklarındandır. Sadece bir inanç biçimi değil, başlı başına bir yaşam felsefesi, bir kültürdür Alevilik. Ozanlık geleneğiyle sözü kıymet bilen, semahıyla insanın doğayla uyumunu simgeleyen, lokmayla paylaşmayı kutsayan, meydan görgüsüyle yüzleşmeyi ve arınmayı esas alan bir öğreti. Yüzyıllardır bu topraklarda çileyle, emekle, alın teriyle var olan bir halktan söz ediyoruz. Dağlara, taşlara, suya; insana, hayvana, toprağa kıymet veren bir kültürdür Alevilik. Ve ne yazık ki, işte tam da bu nedenle yüzyıllar boyunca ya hor görüldü ya yok sayıldı.
Alevilik, devletin tanımlamakta hep zorlandığı bir kimliktir; çünkü kalıba sığmaz. İktidarların çizdiği çizgilere göre değil, vicdana ve adalete göre şekillenir. O yüzden kimi zaman “gizli yaşanmış”, kimi zaman “şüpheyle bakılmış”, ama hep direnmiş, hep yaşamış bir inançtır. Sazıyla sözünü söylemiş, hakkını kavgayla değil, hakikati dillendirerek aramış bir toplumdan bahsediyoruz.
Bugün hâlâ Alevi yurttaşlar eşit yurttaşlık mücadelesi vermektedir. Hâlâ cemevleri ibadethane sayılmıyor. Hâlâ Alevi inancı anayasal düzeyde tanınmıyor. Hâlâ kamuda görünürlükleri sınırlı, eğitim müfredatlarında yoklar. Ve böyle bir ortamda, geçmişte yaşanan zulümleri görmezden gelen ya da sanki bir “birlik hikâyesi”ymiş gibi sunan açıklamalar, tamir edilmemiş bir yarayı yeniden kanatıyor.
Toplumsal barış, sadece bugünü konuşarak sağlanmaz. Geçmişle yüzleşmeden, hakikatle buluşmadan ortak gelecek kurulamaz. Acılarımızın üzerinden değil, onları tanıyarak birbirimize yaklaşabiliriz. Bu topraklarda her kimlik, her inanç, her dil, her kültür birer zenginliktir. Ve bu zenginlik ancak adaletle, eşitlikle, samimiyetle korunur.
Aleviliği sadece tarihsel mağduriyetle değil, aynı zamanda bu ülkenin kültürel belleğine kattıklarıyla da anmak gerekir. Çünkü Alevilik, bu coğrafyada hem bir direniş hem bir yaşam bilgisidir. İnsanlığa, barışa, emeğe, eşitliğe dair ne varsa; Alevilik o yolun yüreğini taşır.
Tarihi bugünün siyasal ihtiyaçlarına göre eğip bükmek yerine, geçmişin acılarına saygıyla yaklaşmak; işte gerçek toplumsal barış bununla mümkün olur. Çünkü hiçbir gelecek, unutturulmuş bir geçmişin üzerine kurulamaz.