Arkasından binlerce seveni ”Ruhi Su'lar Ölmez!” sloganıyla yürürken biraz ileriden yine karanlığı yırtan korkunun üstüne yürüyen gür sesi yükseliyordu.
Ruhi Su, bizim kuşak için çok şey ifade eder. 1980 sonrası kopuk kuşağın yol arayışlarında ezgileri, hayatı bizim için hep başlangıçlarımızın işaret fişeği olmuştur.
Kemal Sahir Gürel, Maya’daki söyleşisinde “1985 yılında Ruhi Su’nun cenazesine katıldım. Bu benim müzik ve politika ilişkimde bir dönüm noktasıdır.” diyerek onun sanatsal çizgisindeki gelişiminin önemine vurgu yapmış.
12 Eylül sonrasının gerçekten ilk kitlesel eylemidir onun cenaze töreni. Okullar açılmış memleketten yeni dönmüştüm. Yurttaki arkadaşlarla beraber konuşurken saz çalan bir arkadaş tarafından ortaya atılan cenazeye katılma fikri, aklımıza yatınca gitmeye karar verdik.
AÖS öğrenci yurdunda kalırken liseden sol bir tanışıklıkla gelenlerin kendilerini bir şekilde birbirlerine ifade ederek iletişim kurduğuna tanık oluyorduk. Her şeyin yeniden filizlendiği, bilenin bildiğini bir başkasına aktarmak için can attığı yıllardı. Yurt içindeki bir blokta sabahları uyanınca askerlerin içtima ve talimlerine tanıklık ediyorduk aynı zamanda.
Toplandığımızda kısık sesle de olsa onun ezgilerini söylemekten büyük zevk alırdık. Sinikliği, baskıyı ve korkuyu onun gür sesiyle aşmaya çalışıyorduk belki de. Böyle bir ortamda aldığımız ortak karar doğrultusunda öbür gün harekete geçtik. Benim de katıldığım ilk kitlesel yürüyüş olması açısından kendi kişisel yol çizgimde önemli bir yere sahiptir binlerin yürüdüğü cenaze töreni.
Cenaze, 22 Eylül Pazar günü, Şişli Camisinden alınıp Zincirlikuyu mezarlığına götürülecekti. Tabi kalabalıktan camiye ulaşmakta insanlar oldukça zorlanıyordu. Cenazesi sloganlar eşliğinde omuzlara alınarak Zincirlikuyu’ya doğru yola çıkarıldığında, önce ürkekçe atılan sloganlar, gürleşmeye daha ritmik atılmaya başlanmıştı.
Kortej yeniden küllerinden doğmuş, ölümü yenmiş bir ruhla yoluna devam ederken polis sayısı gittikçe artıyordu. Ara ara kitleye müdahaleler olsa da kitle dağılmadan kararlılıkla yürüyüşünü sürdürdü. Gayrettepe’nin oraya gelindiğinde en çok ısrarla ve daha bir gür sesle “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!” sloganını attığımızı hatırlıyorum.
Mezarlığın önünde barikat kuran polisin “Dağılın!” uyarısında bulunmasıyla gerginlik artmaya başlamıştı. Kitle yerinden kıpırdamayınca çevik kuvvet coplamaya başlamış, sıkıştırılan kalabalıkta zor durumda kalanlar olmuştu.
Bütün bu durumlara rağmen belirli bir grup mezarlığa girebildi, giremeyenler de mezarlık civarında gruplar halinde defin süresince orada bulunmaya devam etti.
Hastane tetkiklerine göre kanser tanısı konularak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ameliyat edilmişti. 12 Eylül karanlığında tedavisi için uzun süre yurtdışına çıkışına izni verilmeyince hastalığı ilerlemişti.
Dönemin aydınları arkadaşları yoldaşları pasaport alabilmesi için çok çaba sarf etti. Durumu gittikçe kötüleşen sanatçıya bir defaya verilen pasaport da artık işe yaramayacaktı.
Mehmed Kemal’in deyişiyle “Acılı Kuşak”tandı. İşten çıkarıldı, sürgün edildi. Sansaryan Han’daki tabutluklarda ağır işkenceler gördü, yıllarca hapis yattı.
1912’de Van’da doğmuş bir Ermeni yetimiydi, oğlu Ilgın Su; “Babamın 1912’de Van’da doğması, öksüzler yurdundan gelmesi, bugüne kadar hiçbir akrabasının çıkmaması düşünüldüğünde Ermeni olma ihtimali hayli yüksek.” demişti.
Arkasından binlerce seveni ”Ruhi Su’lar Ölmez!” sloganıyla yürürken biraz ileriden yine karanlığı yırtan korkunun üstüne yürüyen gür sesi yükseliyordu.
“Şişli Meydanında üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün sorarlar.”