İsmet Özel’de biçimlenen modernizm karşıtlığı, yeterli sorgulanmanın olmamasından dolayı yer yer bir cahilin sözlerine veya şımarık söz dinlemez bir edaya, bir ergenin anlaşılmaz arzularına, bir aristokratın yönetmekten vazgeçmeyen kör direncine dayanır. Bütün bunlar bütünlüklü bakış açısının olmamasının getirdiği sonuçlardır.
Kibir, insanın gözünü köreltir. Anadolu’da kibirle taşmış her şeye kin ve nefretle bakan insanlar vardır. Haksızda olsa haklılığından dem vuran. Anadolu’da bunlara “taş kafa” veya “mermer kafa” denir. Kindar, sevgisiz, dünyanın sadece kendi sorunları üzerinden döndüğünü sanan insancıklar. Bu tuhaf feodal zihniyet her zaman bilim ve gerçekçi bakışın karşısında yer alır. Rasyonel hareket yerine irrasyonel olanı seçer. İsmet Özel sadece irrasyonel olanla hareket etmez aynı zamanda şiir köyünün delisi imajıyla hareket eder. Yer yer yanlışı ve yanılgılı olanı bilinçli olarak seçer.
Bu tuhaf durum ömür boyu ortadan ayırdığı briyantin saçlarıyla tuhaf Clark Gable mistizmine bürünerek ve yer yer şiirinde İngilizce sözcükler kullanarak devam etmiştir. Bu imajıyla ne İslamcı yapılara ne sol yapılara kendini içtenlikle kabul ettirememiştir.
“Ben kendimi oldum bittim şair sayan biriydim. İsmet Özel o sıralarda şiir yazar mıydı, bilmiyorum. Arkadaşımın kardeşi, kardeşimin arkadaşı İsmet’ten bende o yıllardan kalan silinmez görüntü, belki bir kır gezintisinde, bir toplantıda, koyu renk takım elbisesi içinde, Nat King Cole özentili bir sesle, kısık gözler, meydan okurcasına küstah ve erotik bir gülüşle İngilizce şarkı söyleyen, kendi de Nat King Cole’e benzeyen, ince, kavruk bir oğlandır.” (1)
Bazen özgünlükle ayrıksı durmak aynı gibi algılanır. Şair özgünlüğü ayrıksı durmak olarak da algılayabilir. Özgünlük şiirin içindedir fakat ayrıksı durmakta şiirin içindedir. Peki özgün olanla ayrıksı durmak arasındaki estetik farkı nasıl ortaya çıkartabiliriz?
Burada önemli olan şairin kendini fark etmesi ve bu sorgulanmış farkındalık üzerinden hareket etmesidir. İç dünyanın yanlış sorgulanması veya sorgulanmaması ister istemez dış dünya algısının da yetersizliğini ortaya çıkartır. Bu ayrışım özgün olmakla ayrıksı olmanın arasındaki ilişkiyi de belirler. Özgün bir sorgulama üzerinden bir farkındalık yaratır. Ayrıksılık ise bir bilmemeyi ve sorgulanmamış bir bilinç halini işaret eder. Bizde yapılan İsmet Özel tartışmalarında bu iki olgu üzerinden gidilmez ve ayrıksı olan özgünmüş gibi verilir. Fakat bu bakış açısı sadece İsmet Özel’e ilişkin değildir. Ayrıksı durmayı merkez almış Ece Ayhan ve Küçük İskender de bu tartışmanın içindedir. Özgünlük ile ayrıksılık arasındaki farkın bir düşünsel sorgulamayla şekillenen eylemlilik farkı olduğunu görmezsek ayrıksılıkla özgün olmanın aynı olgular olduğu anlayışıyla değerlendirmeler yapabiliriz.
İsmet Özel bir romantiktir. Fakat bu romantiklik felsefeyi dışlamış bir romantiklik. Almanya ve Fransa’da şekillenen romantizm belirli bir felsefi doku ile şekillenmiştir. Bizde ise romantik anlayışla felsefe arasındaki bağ kurulamamıştır. Fakat bu kadar basit değildir. İslam felsefesi ve devam edecek felsefe anlayışının yetersizliği ve genel felsefe ile kopukluk yetkin bir kavramsal yetkinlik oluşmasını engellemiştir. İslam felsefesi ve onun sorgulanması ve aşılması üzerinden romantik güdü ortaya çıkabilir. Avrupa’da felsefenin yeniden ortaya çıkışı Hristiyan inancının ve kültürel dokusunun eleştirilerek aşılması üzerinden şekillenmiştir. Felsefe dinden koptukça sekülerleşmiş ve laik bir doku oluşturmuştur. Felsefenin bağımsızlaşması bu diyalektik bağla oluşmuştur. Bizde köklü bir İslam felsefesi ve kültürel dokusuna ilişkin eleştirel gelenek oluşmamıştır. Cumhuriyet aydınının batıcı ve pozitivist yapısı bu irdelenmenin önünde engel olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşu ile iyice açığa çıkan Türk-İslam sentezli politikalar ve bu politikaların savunusunu baskıcı bir şekilde uygulayan iktidar dokusu böylece bulunduğu topraklarda şekillenen felsefi dokunun eleştirisini de şekillendirecek her türlü anlayışa baskı uygulamıştır. Türk-İslam sentezli anlayış felsefenin toplumsal bağ kurmasını engellemiş, felsefe toplum dışında sadece akademik alanda dar tutularak şekillenmiştir. Sürekli gözetim ve denetim altında. Aynı durumu Türkçülük için de diyebiliriz. Ulus ve ulusu oluşturan düşüncenin köklü eleştiriye tabi tutulmadan dayatılması çok çeşitli sorunları da beraberinde getirmiştir.
Burada anlamamız gereken olgu, İsmet Özel’in Türk-İslam sentezli ideolojiyi eleştirmesi olarak görünse de önemli olan bu ideolojiyi kabul etmesi ve olumlamasıdır. Bu eleştirilere ise ne kadar devrimci diyebiliriz? Çünkü eleştirinin diyalektik dokusu var olan sorunu aşmaya dayanır. Bu kabul ve olumlama ilk başta o eleştirinin devrimci özünü yok eder.
“Romantizm nedir? Görünüşte çözümsüz bir muamma olan romantizm olgusunun analiz edilemez hali, yalnızca zengin çeşitliliğinin ortak bir paydaya indirgeme teşebbüslerine gösterdiği dirençten değil, aynı zamanda -ve özellikle- inanılmayacak kadar çelişik karakterinden, ‘coincidentia oppositorum’ (zıtların birliği) yapısından kaynaklanır: Hem (ya da kah) devrimci ve karşı- devrimci, bireyci ve ortakçı, kozmopolit ve milliyetçi, gerçekçi ve hayalci, geçmişe dönük ve ütopyacı, asi ve melankolik, demokratik ve aristokratik, eylemci ve mütefekkir, cumhuriyetçi ve monarşist, kızıl ve beyaz, mistik ve nefis düşkünü. Bu çelişkiler yalnızca romantizm olgusunun bütününe nüfuz etmekle kalmaz, aynı zamanda tek bir yazarın yaşamına ve eserine, hatta kimi zaman tek ve aynı metne de nüfuz ederler. Kimi eleştirmenler’ romantizmi birleştiren tek unsur olarak çelişkiyi, tutarsızlığı, iç çatışmayı görme eğilimindedirler. Fakat bu tezi, ne yapacağını bilememenin ve şaşkınlığın itirafından başka türlü değerlendirmek güçtür.” (2)
Romantizm her zaman çelişkili bir dokuda kendini var etmiştir. Genel olarak bütünün inkarına dayanırken, öznel arzuların taşıyıcısı ve tarihin içine doğru gidiyor algısı yaratırken diyalektik bir tarih anlayışının reddine genellikle dayanır. Öznel arzunun, ütopyanın, mitsel olanın taşıyıcısı olan romantizm, ilkel bir isyan dürtüsünü de sürekli körükler. Onun ilkelliği modernizm karşıtlığı ve ansal’ın inkarına dayanır. Bu çelişik doku romantik hareketlerin veya romantiklerin sallantılı ruh halini gösterirken bize bir uçtan öteki uça hızlan geçecek insan profilini de göstermeli. Bir romantik faşist saflarda yer alabileceği gibi pekâlâ devrimci saflarda da yer alır. İsmet Özel gerçeğine buradan bakmak lazım. İsmet Özel’de biçimlenen modernizm karşıtlığı, yeterli sorgulanmanın olmamasından dolayı yer yer bir cahilin sözlerine veya şımarık söz dinlemez bir edaya, bir ergenin anlaşılmaz arzularına, bir aristokratın yönetmekten vazgeçmeyen kör direncine dayanır. Bütün bunlar bütünlüklü bakış açısının olmamasının getirdiği sonuçlardır. İsmet Özel’in şiiri ve kendisini ne kadar anarşist diyebiliriz bu ise ayrı bir tartışmadır. Çünkü İsmet Özel’e anarşist demenin imkânı yok. Anarşizm son aşama da bütün iktidar olanaklarının dışında var eder kendini. Hem söylem olarak hem pratik olarak. İsmet Özel ise her zaman iktidar olanaklarını kullanan bir zat-ı muhteremdir.
Kapitalizm gelişme sürecinde korkunç bir enerji ortaya çıkarır. Bilakis ulus devletlerde bu enerji ulusun yeniden inşası ve emperyal işgal güdüsüyle devam eder. Romantik hareketler genel olarak bu güdünün dışında hareket edemez. Romantik hareketlerle Anarşist veya Marksist hareketlerdeki ayrışım bu güdünün ifade ediliş biçimleri noktasında şekillenir. Romantik hareketlerin genel dokusu içinde şekillenen baskı ve tahakküm bize öznelliğin, barbarlığın, akıldışının, çocuksu isyanın farklı yanlarını gösterse de ulus ve ulus ideolojisinin tahakküme dayalı boyutuyla şekillenir. Bu insanın genel yabancılaşmasına hizmet eder. Kant romantik hareketin estetik anlayışını şekillendirse de o da bu yabancılaşmadan kurtulamamıştır. Farklı bir şekilde ben ve öteki anlayışını üretmiş Platon’la başlayan idealist anlayışın ve devlet kuramının devamcısı olmuştur. Bu ulus devletleri şekillendiren sömürgeci anlayış onda da var olan Avrupa merkezci ideolojiden dolayı Avrupa ve dünya şeklinde devam etmiştir. Bu yönetenler ve yönetilenler çelişkisine dayanan yanılsamalı bakış ulusun biçimlenişini sağlarken Kant’a var olan evrensel insan anlayışının çelişkili doğmasını sağlamıştır. Aynı durumu İsmet Özel’de görebiliriz. Onun insan anlayışı Cumhuriyet’le şekillenen Türk-İslam ideolojisiyle şekillenir. Yönetmeye kadir olmak veya yönetme kabiliyetinin şekilleneceği doku ona göre de Türk ve Müslüman olmaktır. Bu ise daha ilk baştan bir ayrışıma, ötekileştirmeye, insanın insana yabancılaşmasına dayanır.
İsmet Özel’in şiiri bir benlik veya belirginleşen özne anlayışıyla devam eder. Fakat bu ise nesneye veya nesnelliğe yönelen ve özne nesne birliğinden hareket eden bir benlik değildir. Onun öznel idealizmi bu noktada başlar.
“Hegel’in doğa kavrayışını ‘yabancılaşmış’ [entfremdete] diye tasvir ettik ve böylece herhangi bir insansal duruş noktasına yabancı ve kayıtsız olarak yeni bilimin ve felsefi materyalizmin benimsediği doğa görüşünden ayrımını vurgulamış olduk. (En büyük panteistlerin bu kavrayışa eğilimi olması bu sonucu hiçbir şekilde etkilemez, kaldı ki Hegelci kavrayış da birçok bakımdan benzer sonuçlara götürür.) Yabancılık [Fremdsem] ile yabancılaşmışlık [Entfremdetseiri] arasındaki ayrım tamamıyla ontolojik bir anlamda tasarlanmıştır. Bu ayrım tözün kendini özneye dönüştürmesinin beklendiği bir süreç içinde, özdeş özne-nesnenin dinamik ve diyalektik somutlaşmasından doğar. Hegel, sisteminin özünü, “nihai hakikati Töz olarak değil, Özne olarak da kavramak” olarak görmektedir. “Canlı töz … gerçekte özne olan, ya da aynı şekilde, kendini koyma sürecinde ya da bir durumdan veya konumdan bunun karşıtına geçişlerini kendi kendisiyle dolayındı kılmada gerçekleşen ve edimselleşen varlıktır.” “Kendi kendisinin oluş sürecidir, ereğini kendi amacı olarak önvarsayan ve ereğine başlangıcı olarak sahip olan çemberdir; ancak gerçekleştirilerek ve taşıdığı erek yoluyla somutlaşır ve edimselleşir.”
Hegel gerçekten ve tutarlı bir biçimde bunu ontolojik bağlamda sürdürmüş olsaydı, tözün özneye bu geri dönüştürülmesi mistik bir mucize olurdu. Fakat Hegel bunu yapmayacak kadar temkinli ve gerçekçiydi. Fenomenoloji’de. tözün özneye geri dönüşü üzerine yazdığında, hiç şüphe yok ki, öznenin töze dair tam (mutlak) bilgisini göz önünde tutmaktadır, ki bu -tamamıyla ontolojik bakış açısından- soyut olarak ilan edilmiş bir teoriyle aynı şey değildir. Hegel şöyle der:
“O halde, başlangıçta, özbilince yalnızca töze ilişkin soyut uğraklar aittir. Fakat bu uğraklar saf etkinlikler olduklarından ve kendi doğaları gereği ilerlemeleri gerektiği için, özbilinç bütün tözü bilinçten koparıp, tüm oluşturucu unsurlarıyla birlikte tözün bütün yapısını kendi içerisinde özümseyene, … bu unsurları kendinden üretene ve böylelikle de onları bir kez daha bilincin nesneleri haline getirene dek kendini zenginleştirir.” (3)
Geçen İsmet Özel’e dair birkaç yazı okudum. Onlarda bol bol “has” şair veya “has” şiir diyorlar. Fakat bu has belirtimi daha çok onun özgün ve bilinen kalıpları dışında olduğunu ima eden bir yerden. Kendi şiirinin has şiir olduğu sanısıyla bakar İsmet Özel. Kimse İsmet Özel’in şiirinin bir buluntu olduğundan söz etmiyor. Şiirinin yaratı olduğundan daha çok söz ediyor. Oysa has şiir özelliğinin temel bağlantısı, Yahya Kemal’in söylediği anlamda saf şiir değildir. Yahya Kemal’e göre, şiir yaratı değildir. Şair buluntudur. Bu sözler tanrı tarafından yazılmış ve şair bu kutsal sözleri bulmuştur.
Bu ayrışım idealist estetik ile gerçekçi estetik arasındaki ayrışımdır.
Bu tartışma felsefe alanında icat mı, keşif mi tartışmasını karşılar. Aynı zamanda sanat felsefesinin sorunlarından biridir. Yaratma eylemi nasıl şekillenir sanatçı da bu tartışılır. İcat bir anlamda yoktan var etmek üzerine şekillenirken, keşif var olanları bulmaya dayanır. Aslında idealist felsefenin merkezinde Platon’un Timaos metninde yaratıcı tanrı vardır. Demiurgos kaosu düzenleyen kargaşaya son veren tanrı olarak şekillenir. Bu eylemde bir çeşit Platon’un estetik anlayışına uygun bir anımsama veya hatırlama eylemidir.
Fakat bu tanrının dünyayı düzenlenmesi bir çeşit icat şekline dayanır. Dünya ona kaos halinde görünür dünyaya doğru yöneldikçe var olan düzen anımsanır. Böylece bu anımsama karmaşa ve kaosun düzenlenmesi şeklinde devam eder. Platon anımsama veya hatırlama kuramıyla bakar yaratıya. Bizde bu bilgiler vardır fakat biz unutmuşuz. Bu idealar doğuştan vardır, sonra hatırlarız. Bu hatırlama eylemi ise ideallar üzerine düşünmekle şekillenir. Böylece Sokrates’in söylemek istediği, doğurma eylemi gerçekleşir.
Yahya Kemal’in 15. ve 17. yüzyıl Osmanlı kültürüne yönelmesinin nedenleri de bu hatırlatma veya anımsatma yöntemiyle ilgilidir. Ona göre bizim kültürümüz billurlaşmış halde 15. ve 17. yüzyıl arasındadır. Yeni tarihçilik dediği bir anlamda budur. Bu süreci ortaya çıkartma, anımsatma yeniden icat etme sürecidir. Sanatçının görevi bu süreci anımsatma hatırlatmadır. Şu an için var olan kaos ve karmaşayı geçmişteki bu billurlaşmış sürecin dayanaklarına yaslanarak aşmaktır. Yahya Kemal sorunu bir üst yapı veya yönetici elit sorunu olarak görmüştür. Yahya Kemal bu anlamda hiç bir zaman altyapı toplumsal sınıflar noktasında bakmamıştır. Ona göre maddi olan düşüncedir. Saf olanın kendisi de.
Yahya Kemal’de şekillenen bu idealist estetiğin ne kadarını İsmet Özel’de görebiliriz?
İsmet Özel ise ikili bir dokuda ve düzenlenmesi zor bir yerden İdealist estetik anlayışla bakar. Bu Cumhuriyetle şekillenen Türk İslam ideolojinin eleştirisinin nasıllığına dayanan trajik bir devamlılığıdır. Onun travmatik yapısına da buradan bakmak lazım. İmkânsız olanın imkân haline getirmeye çalışır. Nesnel olmayanı nesnel gibi algılatmaya çalışır. Bu idealist ideolojik duruşun depresif bir doku kazanması olağandır. Yahya Kemal’de bu somuttur o 15. ve 17. yüzyılın dışına pek çıkmaz. Ya İsmet Özel’de?
İsmet Özel şiirinde daha çok tartışılan biraz muğlak olsa da, şiirin imgesel dokusu ve çağrışımın gücüdür. Onu özel ve “has” yapan olgu da bu şekilde anlaşılır. Şiir ve şiirinin düşünsel boyutu çoğu kereler dışarıda bırakılır merkezde saldırgan bir anarşist tarz, bu tarzın nedensellikleri ortada yok gibidir. Bu bütünlüksüz bakış İsmet Özel şiirini anlamlandırmamızı da engeller. Böylece şiir biçimsel bir denemeye ve duygu patlamalarına döner içeriğin kendisi belirsizleşen veya gerçekçi olmayan bir isyan duygusu ile dışarıda kalır.
“‘Tecrid’ (soyutlama), İslam’ın emir ve nehiylerinin bütün zamanlar ve yerlerde geçerli olduğunu bilmektir. İslam’ı anlama bakımından ‘tecrid’ safhasında isek müslim olarak düşünür ve davranırız. Aklımız bizi Allah’ın emirlerine itaatten başka bir çıkış yolu olmadığı noktasına getirmiştir, ama bizi buraya kadar getiren akıl itaat ettiğimiz emirlerin mahiyeti hakkında ikna edici deliller teminine kafi gelmemektedir. Bu sebeple kendini tecrid safhasında sapıklıktan uzak tutmak isteyen (yani müslim vasfına sıkıca sarılan) kişi Kur’an-ı Kerim’in muhkem ayetlerini birinci derecede güvenilir kaynak olarak benimser, İslam’ın tartışmasız ve açık hükümlerinin önceliğini vurgular. Tartışmalı konularda taraf tutmaktan geri durur ve tevil yoluyla ancak açıklığa kavuşan hususların kendi hayatını yönetmesini istemez. ‘Tecrid’ safhasında Kur’an’da vaz’ edilen apaçık ilkeler öndedir. İslam’ı kavrayan kişinin bu safhayı aştıktan sonra da kaybetmediği büyük kazanç böylelikle elde edilmiş olur. Bütün doğrular Kur’an-ı Kerim’dedir ve Kur’an dışında ‘doğru’ yoktur. ‘Tecrid’ safhasındaki Müslüman, ilkeleri ön plana alma vasfından ötürü küfrü teşhis etmede zorluk çekmez, ama küfrün hayatımızdan sökülüp atılması söz konusu olduğunda bir belirsizlikle yüz yüze gelmesi kaçınılmazdır. Bu belirsizlik, onun ya kesin çözümler önermede çekingen durmasına, ki benim Üç Mesele’de yaptığım budur, yahut radikal ve ütopyacı çözümlere kolayca bağlanmasına yol açar ki bunu ‘müsaid zamanlar mücahidleri’nde sık sık gördük, görebiliriz. Küfre karşı sağlıklı bir tutum takınmak ancak, İslam’ı kavramada ‘tefrid’ safhasına ulaştıktan sonra mümkün olabilir.” (4)
İsmet Özel alıntıdan anlaşılacağı gibi İslam felsefesinden uzak veya sadece Selefi İslam anlayışına ait kaba bir düşünsel anlayışı önümüze serer. İslam felsefesi bu kavramları geniş bir şekilde tartışmış kendi içinde bir belirginlik ortaya çıkarsa da bu belirginliğin karşıtlığında yer alır. Selefi İslam anlayışını koruma güdüsüyle yazılmış bu yazı, İsmet Özel’in çoğu yazısında egemendir. Bu yazılar daha çok felsefi tartışmalar değil selefi İslam anlayışını koruma anlayışıyla yazılmıştır. Küffarlık ve kafirlik direk kitaba bağlanmayla şekillenir. “Akıl” bilinen Arapça anlamıyla kullanılır. Arapça bağlanma veya daha doğrusu deveyi sağlam bir kazığa bağlama anlayışla bilinen “akl” kökünden gelen “akıl”, düşünceyi Kuran’a bağlamakla şekillenir. Kant’ın aklını kullanma cesaretini kullan anlayışı, İsmet Özel’de aklını kuran bağla cesaretini göster anlayışına dönüşür. Bu tuhaf durum öznel idealizme bulanmış İsmet Özel’in kendi öznelliğini reddetmek olduğunu anlamamasını da sağlar. Ondaki travmatik durumdur.
“Hayal, insanın istekleri, özlemleri, yönünde kafasında meydana getirdiği bir suni ortam, bir zan, bir kuruntudur. Rüya ise insanüstü bir kuvvetin tesiri altında görülen ve benim gerçek kabul ettiğim bir istikamet, bir atadır. Ancak burada mistik bir tecrübeden söz etmediğimi hemen belirtmeliyim. Burada rüyadan kasıt, inanca olan bağlılığın insanüstü bir kuvvet tarafından insanda kavileştirilmesidir. Daha açık bir şekilde ifade etme gayreti içinde şunlar söylenebilir: İnanca konu olan belli kaynaklar vardır: Kur’an ve Hadis. Her Müslümanın görünür davranışlarında inancının kaynakları doğrultusunda hareket etmesi tabiidir. İşte bu görünür davranışların çevresini kuşatan görünmeyen hale rüyadır. İnsanın rüyada olması -uykuda ve uyanıkken- teslimiyeti bihakkın yaşaması anlamına gelir. Hayal içinde olmak ferdi endişelerin bulantısı şeklinde tezahür eder. Rüya ise inancın kaynaklarına dayanmak suretiyle bir berraklık hâlidir. Hayal, tıpkı bir bataklık gibi sizi yavaş yavaş yutar, eritir. Rüya ise sizin mevcudiyetinize gelen bir açıklık, bir sarahattir; sizi ikaz eder ve sağlam bir zeminde ilerlemenize yol açar.” (5)
“ …Semavi melekler insanların gönlüne bir şey bıraktıkları vakit bırakılan bu şey uyanıklık halinde iken ‘ilham’, uyku halinde iken ‘rüya’ adını alır. Melekler bir şekle bürünüp peygamberlere görünür ve onlara Allah’ın sözünü iletirlerse adı ‘vahiydir’.” (6)
Semavi diyor yani göksel. Peki bir meleğin semavi olduğunu nasıl anlayacağız. Neyse.
İsmet Özel rüya ve hayal üzerine yazarken, hayalin değil rüyanın önemli olduğunu söyler. Kur’an vahiydir. Bu vahiyler rüya halinde gelmiştir. Bu yüzden rüya önemlidir hayal önemsizdir. Şimdi ne desem boş İsmet Özel’e. Kendisi İslam’ın bu hurafelerden yıkıldığını söyler, sonra kendisi de bu hurafelerle devam eder.
Eski yönetimler bilakis Selçuklu’nun ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinde yöneticilerin kararlarını bağlayıcı olan ve ona kutsallık katan olgu rüyalardır. Böylece alınan kararlara bir kutsallık (semavilik) katarak kararları uygulamaya koyarlar. Hatta vakfedilme işlemlerinde bile rüyaları devreye sokarlar. Bu rüyaları görenler ya padişahlardır ya da yöneticileri yönlendiren bir din adamı olan dervişler.
21. yüzyıla girdik, artık rüya gördüğün bile ölçülebiliyor. Rüyaların nedeninin çok çeşitli nedenleri olduğu söyleniyor. Rüyaların beynin uyurken bile işlevli olduğunu gösteren bir durum olduğu biliniyor. Bunların çoğu psikolojik veya biyolojik. Açken veya çişi gelen insanın rüya haline geçmesinin olağan olduğu biliniyor. O sıra semavi bir meleğin geldiğini söylemek bir hurafeden başka bir şey değildir. Bir çeşit şarlatanlık. Şairin kendini peygamber kavminden görmesinin başka bir uzantısıdır. Yönetici olmak ancak peygamber kavmine verilmiştir. Burada İsmet Özel’in saçmalıklarını tartışmak değil amacımız, onun gerçekçilik ve bilim dışılığını göstermek.
Gariptir, Ece Ayhan gizemli konuşmayı severdi. Yani karnından konuşmayı. Söylediklerini yanlışlıkla biri anlasa, hemen öyle değil şöyleydi diyerek başka garip bir olgudan bahsedebilirdi. Açık seçiklik ve matematiksel bakış Descartes’ın ve sonraki bazı aydınlanmacıların dediği netlik ne şiirinde ne yazısında bulunmaz. Yazmanın ikili bir dokusu vardır. Birisi eğitmek, ne kötü Türkçe ekten oluşmuş, eğmekten gelen. Ya eğileceksin ya eğecek seni; diğeri yazıyla resmetmekten. Ece Ayhan bu ikisini de yapmaz. Söyledikleri sadece ortaya bir bulamaç olarak ve gizemle çıkar. Ece Ayhan sükse yapmasının nedeni de işte bu gizemli hâl. Bir de sürekli kendini psikolojik sorunlu gösterirsen değme keyfine.
Bu garip ve farklı görünme hâli, İkinci Yenicileri bol bol gözleyen İsmet Özel’de var. Özel bütün bilinen doğrulara, bilimsel gerçeklere saldırır. Onun saldırma yöntemi ise saçmaya dayanır. O bilir saçma da olsa bu halk ona inanır. Gariplikler ve kendini gizemli, saldırgan gösterme hali onun genel halidir. Bize derki gelin saçmayı tartışalım. Bilir böyle kafa ütüleyici adamla kimsenin zaman harcayacak vakti de yoktur. Genel olarak entelektüel alan faraziyi ve saçmayı tartışmaz. Böylece İsmet Özel kendi alanında mistik bir tarikat şeyhi gibi var olur. Nesnel dünya algısını yitirmiş insanlar bazı insanlarda böylece mürit olur.
İsmet Özel şiiri barbarlık veya vahşilik ile modernlik arasındaki çatışma olarak görür. Bu anlamda modernitenin insanlığa vereceği hiçbir şey olmadığını görür. Bu durum kendi içinde bulunduğu durumun reddini de taşır. Bu anlamda tarih akışkan bir yapı değildir. Tarih ve ilerleme bir araya gelebilecek olgular değildir. Şiiri iki dokudan ilerler, biri vahşilik yani barbarlık diğeri ise o Sünnilik dese de ben selefi İslam diyeyim. Barbarlığa köken olarak Türklüğü yerleştirirken ve bunu bir olumluluk olarak değerlendirir. Selefi İslam anlayışı ise sözün büyüleyici gücüyle şekillenir. İslam’ın bir yanı olarak görünen batini anlayışı kabul etmez. Yazılan kitap tartışılmaz yani kuran. Gerisinde anlam aranmaz. Yani aslında tasavvuf edebiyatını İslam dışı görür. Bir yandan haklıdır. Tasavvuf daha çok gizemin öne çıktığı çoğul anlamların olduğu güneş tapınçlarına dayalı mesihçi kültürün uzantısıdır. Daha çok Sasani devleti ve Zerdüşt, Mani diniyle ilgilidir. Sonradan İslam içine girmiştir. İşin kötü tarafı İsmet Özel’in şiiri de anlam katmanlarının olduğu yazıldığı gibi tek bir anlamda okunan şiirler değildir. Şiirini ve şiir estetiğini kurarken böyle çelişkili yanları çoktur İsmet Özel’in. Tuhaf bir ademoğludur İsmet Özel. Birleşemeyecek olguları birleştirmeye çalışır ve beceremez. Ondaki saldırgan dokuya buradan bakmak lazım.
Fakat bütün bunların ötesinde esas sorun, Bilgi Üniversitesinin Özel’i akademisyen yapmasıdır. Her türlü bilimsel argümana saldıran ve gerçekçi olmayan bu insan kürsü vermesi. Beni şaşırtan bu. Sizi şaşırmıyor mu?
İsmet Özel’le Yahya Kemal arasındaki karşıtlık ve birlik, idealist mantığın ikili dokusunu gösterir. Bir yandan nesnel idealizm anlayışıyla dünyaya bakan, hatta kendi öznelliğini bile şiirin dışında bırakan Yahya Kemal. Yahya Kemal 15. yüzyıl, 17. yüzyıl sürecindeki dokuyu olduğu gibi güne getirmeye çalışır. Onun Türkçe aruz yazması bile bir istekten daha çok divan kültürünün ve 15. yüzyıl ile 17. yüzyıl dokusunu güne katma ve günü bu anlayışla olgunlaştırma anlayışıdır. Ansal olgular ve bu olguların getirdiği sonuçlar onun muhasebe defterine fazla girmez. Yahya Kemal Fransa’da hocası olan Albert Sorel tarih anlayışından etkilenmiş aynı tarih anlayışını ülkeye geldikten sonra devam ettirmiştir. Daha çok geçmişin kültürel zenginliklerini bilakis üstyapının bu kültürel dokuyla şekillendiği çağı merkeze koyan bir tarih anlayışıdır. An’ın bütün olguları geçmişteki o an merkez alınarak değerlendirilir. Her şeyin nedeni ve niçini o ana gönderme yapılarak açıklanmaya çalışır. Bu tarihi sınıflar savaşımından kopartan ve her şeyi düşüncenin devamı olarak gören nesnel idealizmdir.
İsmet Özel ise iki olgudan etkilenmiştir. Bunlar, ne kadar kendini yeni Türk-İslam sentezcisi olarak gösterse de İkinci Yeni ile şekillenen snop (züppe) kültürü ve Alman romantik hareketleridir. Bu öznel idealizm tarihi ve tarihsel olguları fazla merkez almaz. İsmet Özel kendini ne kadar tarihsel söylemlerle bezese de tarihsel olguların dışında hareket eder. Burada hemen Lukács’ın çoğu romantik hareketi faşist ideolojinin şekillenişine yardımcı olduğu söyleminin de haklı yanlarını görebiliriz. Romantik hareketler, çocukluğa gitmeyi, mitleri yeniden üretmeyi, kahramanlıklara dayalı iradeyi öne çıkarmaları genel karakterleridir. Böylece mite, çocukluğa gidişe ve kahramanlığa dayanan irade merkezli öznel bir tarih anlayışıyla hareket ederler. İsmet Özel de tipik bir romantiktir. Egonun sürekli öne çıktığı kahramanlıklar şiirinde merkezi yer alır. Bu kahramanlıklar içine sızan egonun şekillenişi de, o ve diğerleri arasındaki bir düalist mantıkla hareket eder. Kendisi Halkın Dostları dergisinin kurucusu olsa da, hiç bir zaman bu kültürel dokunun dışına çıkmamıştır.
Romantik hareketler iradeyi merkez alan ve bu inatçı dokunun yarattığı nesnelliği gözetmeyen egonun tavan yaptığı bir öznellikle hareket eder. Bu öznellik farklı şekillerde olsa da daha çok öznellik adı altında bir snop kültürünün de şekillenmesini de sağlar. Bu hırçın, otoriter dokunun arkasında bir yandan yavaş yavaş şekillenen bu faşist kültür vardır.
İsmet Özel sistematik düşünceye alışkın olmadığını vurgular. Önüme gelenlere dair yorumlar yaptığını söyler. Sistematik düşünce derken daha çok Aydınlanma çağı ve aydınlanma çağının yarattığı akılcılık karşısında konumlar kendini. Bunun yanında romantik ideolojiden getirdiği, duyguyu merkeze alır. Bu duygunun kendisi de sistematik düşüncenin karşıtlığını oluşturduğu gibi bu duygunun kendisine dair fazla düşünmemiştir. Fakat İsmet Özel’in kalkış yaptığı ontolojik durum bile bir bütünlük oluşturmaz. Böylece narsist bir ruh haliyle, olgulara bütünlüklü bakmaktan uzak ruhsallığı sorunlu depresif bir kişilikle karşı karşıya kaldığımızı unutmamak lazım.
Şiirde düalist mantık çoğu kereler egemendir. Bu geçmişten gelen anlayış üzerine pek düşünülmemiştir. Bu düalizm sadece şair için değil okuyucu içinde bir alışkanlık şekillendirmiştir. Diyalektiğin dışında kalan bu anlayış şiiri kuruturken, algıyı da basitleştirir. İyi ve kötü, ak ve kara, doğru ve yanlış, korkak ve cesur, güzel ve çirkin vb. karşılıklarla kurulan şiirler olguların bütünlüklü algılamamızı engeller. Şiirin bu basit karşıtlıklar üzerine kurulması ya ahlakçılığı getirir ya didaktik olmayı ya imgenin yetersizliğini.
Genellikle özne merkezli şiir ne kadar kaçmak istese de bu düalist mantıkla hareket eder. Bu şairde kaçınamayacağı bir ego yaratırken, şairde bu kahramanca savaştan mutludur. Romantik hareket ve akıldışı şiir hareketleri bu düalist mantıktan kaçamadıkları gibi, diyalektik bakışında önünü kesen bir noktada durur. Şiir özneden uzaklaştıkça, nesnelliğe yaklaştıkça bu düalist mantıktan uzaklaşır. Algısı daha genişler şiirle nesnellik arasındaki ilişki daha somutlaşır. İsmet Özel’in şiirine buradan da bakmak lazım. Bu tuhaf düalizm şiiri çoğu kereler mitsel kahramanlık güdüleriyle yazılmış özne ve nesne ayrışımını merkez alan ve egonun travmaları şekilde görülür. Böylece öznel idealizmin genelleşmesi sağlanır.
İsmet Özel şiirini bıraktığını açıkladığı son şiirinde bile bir sükse ile hareket eder. Şiirin ismi “Sesli Gemi”dir. Yahya Kemal’in “Sessiz Gemi”sini çağrıştırır. Aynı limanda iki farklı gemi olduğunu ifade eder. Şiiri bıraktığını ifade eden yazısının sonuna koyduğu son Narodnik ifadesi bile ilginçtir. Şiirlerimi okuyacak Narodnik kalmadı diye yazısını sonlandırır. Dünyaya farklı noktadan baktığını sanan ve dünyayı anlamaktan uzak İsmet Özel. Dünyaya farklı noktadan baktığını sanmak yanılgısı, kendini seçilmiş bir kişi olarak görmek yanılgısıyla daha da irrasyonel bir hale gelir. Doğuştanlık ve seçilmişlik ona hep eşlik eden duygudur. Aynı zamanda kendisini nesnel olarak algılamasını engelleyen, onda egonun öne çıkmasını sağlayan narsist bir öznellik.
İsmet Özel’in şiiri her zaman tek şiir olarak kalacaktır. Bunu bütünlük olarak algılamamak lazım. Bu kavramsal yetersizliktir. Hayatı boyunca kendi şiiri ve şiirinin halesinin şekillenişi etrafında yazan İsmet Özel bile tek şiir yazdığının farkında değildir. Kendisini çok çeşitli olgularla ve düşünsel zenginlikle sunan İsmet Özel bile bu anlamda kendi konumunun farkında değildir. İsmet Özel’in algılamaması olağan ya eleştirmenler? İmgenin öne çıktığı günümüz edebiyatında birincil olanın ve düşünsel olanın simge olduğu çoktan unutulmuştur. Oysa sanat imgeler üzerinden yapılmaz simgeler üzerinden yapılır. Düşünsel zenginlik ve felsefi derinlik simgenin sorgulanması süreciyle ortaya çıkar.
Önemli bir olgudan bahsederek yazımı kapatayım. Milliyetçi veya dinsel dokudan hareket eden sanatçılar farkında olarak veya olmayarak Altın çağ özlemiyle veya ilkel komünal dürtüyle hareket eder. Fakat onlardaki bu yan bize estetik bir haz verirken, diğer yandan insanı dinler ve milliyetler burgacında şekillendirir. İnsanlık tarihi boyunca emek sömürüsü ve artı değer gaspına dayalı toplumların biçimlenmesinde önemli işlev gören dinsel ve milliyetçi olguların siyasal yapılarını doğru kavramak lazım. Günümüz sanatçısı önce insandır. Bu yüzden dinler ve milliyetler üstüdür. Bu yüzden bu burgacı sorgulayıp dışına çıktıkça onun devrimci özü ve estetik yetkinliği ortaya çıkar.
Bu yazımda İsmet Özel’in şiirlerini tek tek irdelemek yerine daha çok İsmet Özel’in nasıl bir ruhsallıkla şiir yazdığına açıklamaya çalıştım. İsmet Özel’in yer yer Marksist kulvarda görünmesinin aslında bizde hâlâ oluşamayan gerçekçi bakışla ve Marksist estetikle ilişkisini ortaya sermeye çalıştım. Bu yetersizliğin çok çeşitli nedenleri olsa da önemli nedeni sınıf savaşımı merkezli ideolojik bakışla aramızdaki kopukluk. Romantik hareketler ve romantik hareketlerin ideolojik boyutunda şekillenen sanatçıların çoğu kereler karşı devrim saflarında yer aldığını İsmet Özel, özelinde anlatmaya çalıştım.
Bu yazının uzunluğunun nedeni İsmet Özel ile biçimlenen romantik ideolojinin ülkemizde yarattığı sorun ile ilgilidir. Bunun sınırlarını belirlemek devrimci, karşı devrimci özelliklerini ortaya çıkarmak, sanat alanına daha gerçekçi ve sınıf savaşımı merkezinde bakmak için gerekliydi. Devrimcilerin İsmet Özel’den alacakları fazla bir şey olmasa da İsmet Özel’leri aşmak önemli bir nüanstır.
NOTLAR
(1) Ataol Behramoğlu, İsmet Özel Mektupları (Ataol Behramoğlu önsözde diyor bunu.)
(2) İsyan ve Melankoli, Micheal Löwy, Robert Sayra, Alfa Yayınları
(3) Toplumsal Varlığın Ontolojisi: Hegel Marx Emek, Georg Lukács, Notabene Yayınları
(4), (5) Üç Mesele, İsmet Özel, Tam İstiklal Yayıncılık Ortaklığı.
(6) İnsan-ı Kamil, Azizüddin Nesefi, s. 239