Sığlık ve eklemleme söz konusu olunca postmodernist kurmaca postunu çabuk deldiriyor. Diğer romanları farklı mıdır? Sanmam. Diyalektik ve nesnel değil de parçalı, derinliksiz, postmodernist bir metodoloji değişmediği sürece -ki bunu kırmak çok zordur- farklı bir şey ortaya koyamaz.
Bir baktım ki Everest yeni romanını basmış. Sonra bir baktım ki meğer yazar nerdeyse her sene bir roman çıkarmış. Seri üretim…
Yıllar önce edindiğim bir romanını bir ay önce okudum: “Çıt Yok“
Belirli bir tematik alan, izlek göremedim. Yani omurga yok. Bölük pörçük. Nesnel bir kavrayış yerine tepkiciliği seçmiş; duygulanımlarla ilerliyor.
Önce herkesin alay konusu olan yaşlı bir konsolostan başlayarak pişmanlık ve vicdan duygusunu sorgulamak istemiş, bu meselede derinleşemeyince yenme yenilme meselesine takılıp horoz dövüştürmüş, dövüşen horoz olunca balıklama anti türcülüğe atlamış. Yetmemiş küçük bir çocuğun gözünden ölümü, eril gücü, kadın meselini tartışmış. Yan hikayeler serpiştirip kadın beden doğa üçgenine dalmış, bir parça kadın özgürlüğünü de tartışmak istemiş sanırım ama burada da kabızlık çekmiş, ilerleyememiş. Tüm bu yamalı bohçanın içinde unutulmayan ve özelliksiz bir ilk aşk, süreğen bir diyalogla, bir tür iç sesle romana tutunmaya çalışmış. Ayrıca yazarın canı neye sıkıldıysa romanın içine sıkıştırdığı, hiçbirinin üzerine derinlikli odaklanmadığı, birbirleriyle ve toplumla dolayım kuramadığı eklemlikliliğin içine gizemli seri cinayetler de dahil oluyor. Tüm bu dayanaksız dağılmalar okuma sürecini sıkıntılı, tatsız bir duruma sokuyor. Yine de sonuna kadar dayanabildim. Edebi dil var fakat kurmaca zayıf, zorlama… İnandırıcılıktan samimiyetten uzak.
Başka rahatsız edici bir durum da bamya ayıklayan kadınların, (bu denli uğraştırıcı bir işi yaptıkları için) ahmak olduklarına dair bir diyaloğun romanda birkaç kez geçmesi… Toplumsal cinsiyetin ve kadın emek zamanının tarihsel şekillenişini sümen altı etmesi bir yana söylemin karşısında bir itiraz, tartışma, karakter olumsuzlaması da koymamış yazar. Bana (yazar) kendi düşüncesini romanda geçirmiş gibi geldi. Öyle ya roman postmodernistler için görünen, sonuç gösteren yüzeye dair duygu durumu ifadesi. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak. Kavramsallıktan (hakikatten) kaçarken tekil bakışı dayatmak… Nesnellik ve tarihsellik ne gezer…
Sığlık ve eklemleme söz konusu olunca postmodernist kurmaca postunu çabuk deldiriyor.
Diğer romanları farklı mıdır? Sanmam. Diyalektik ve nesnel değil de parçalı, derinliksiz, postmodernist bir metodoloji değişmediği sürece ki bunu kırmak çok zordur- farklı bir şey ortaya koyamaz.