1971 yılında Zeki Göker ve arkadaşları tarafından kurulan Ankara Birlik Tiyatrosu (ABT) devrimci sanatçılar kuşağının devamcısı olarak kültür mücadelesini, yeni insanın inşasını önceleyen yaklaşımıyla içinde bulunduğumuz boğucu iklimde tüm zorluklara rağmen sürdürüyor.
Mehmed Kemal 1940 kuşağının toplumcu-gerçekçi yazarlarını “Acılı Kuşak” olarak niteleyerek 1967 yılında yine aynı isimle bir kitap yayımlar.
Genellikle şairlerle ilgili anılarını derlediği kitabında muhalif sanatçıları tek parti yönetimindeki yaşanılan acıları, baskıları görünür kılarak gelecek kuşaklara aktarır.
İşkence, cezaevi, açlıkla sınanan devrimci sanatçıları, dönemin bunaltıcı havasındaki sürek avlarından, takiplerden paylarına düşenleri fazlasıyla almış, yılmadan yıkılmadan düşüncelerini topluma yaymaya işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele etmeye çalışmıştır.
Günümüzde popüler kültür, neoliberal politikalarla uyumlu üretimde bulunmayan sanatçıları bir görünmezlik halesine hapsederek bulundukları yerde değersizliğe mahkûm ediyor.
Toplumsal mücadelenin kesintiye uğradığı dönemlerde devrimci sanatçılar “Sisifos” söylencesindeki gibi kayayı zirveye taşıyarak yine başladığı yere doğru geri dönüyor.
Gerçek sanatçıların kitlelerle buluşması, insanları görünür olanın peşinde hizalanmaya koşullayan mekanizmalar aracılığıyla engelleniyor.
Postmodern kültürün arkasındaki güçlü sermaye desteği düşünüldüğünde bu kuşatmaya karşı bağımsız odaklar oluşturmak için doruklarda çoban ateşleri yakılmaya devam ediliyor.
Bir televizyon kanalında yayınlanan Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği ve aynı zamanda başrolünde oynadığı “İnci Taneleri” adlı dizisi hakkında sosyal medya mecralarında çok konuşuluyor. Pavyon şovu ve kadın bedeni üzerinden de oldukça tartışılıyor.
Hatta bazı kadınların pavyon dansı kurslarına gittiği, pavyon gezileri düzenlendiği işin hemen akçeli işlere evrildiği bile dile getirildi. Neyse ki bir sokak röportajında o tür mekanlarda çalışan bir kadının “pavyon güzellemesi yapmayın” uyarısı bir nebze yüreklere su serpti.
Son yıllarda dizilerde ve filmlerde rol alan popüler oyuncuların sergilediği içi boş, ülke gerçekliğinden uzak konuları ele alan gösteriler yüksek fahiş bilet fiyatlarıyla seyirciyle buluşuyor. Bu çalışmalar toplumdaki kültürel boşluğu doyurmak için değil popüler açlığı kışkırtmak için piyasaya sürülmüş, içeriksiz pop art çalışmalardır.
Ben şimdi sizlere; bütün bu sosyal medya maymunluklarının dışında, çıkardıkları gürültülerle zihnimizi bulanıklaştıran, belleğimizi dumura uğratan popüler kültürün dışında konumlanan yeni insanı yaratmak için yola koyulan gerçek sanatçıların çabalarından bahsedeceğim.
Sistem her ne kadar gerçekliği estetize eden sanatçıları görünmezlik halesine hapsederek cezalandırsa da yine umudun gülümseyen yüzü akacak bir yol bularak yeryüzüne sızmaya çalışıyor.
Güzel bir dünyanın umudunu iliklerimize kadar işleyen bir tiyatrodan bahsedeceğim sizlere; “Bir Yeryüzü Ozanı Rıfat Ilgaz” tiyatronun adı.
Gül Göker’in usta kaleminden Rıfat Ilgaz’ın yaşam öyküsü, çocukluğundan başlayarak sinema ve tiyatronun anlatım teknikleri kullanılarak sahneye aktarılmış.
Klasik tiyatro kurgusunun dışında tiyatro ve sinemanın bir çalışmada buluşturulması seyircinin beklentilerini karşılayamama gibi bir durumla karşılaşma riski varken kullanılan görseller, müzik, ışık ve görüntülerle zenginleştirilen bir anlatım dilinin varlığı bu handikabı estetik bir olanağa çevirmiş.
Sinema perdesine yansıtılan görüntülerin berraklığı ve geçişkenliği, sahneleri değişimine bir dinamizm katarak anlatıcının meramını seyirciye aktarmada önemli bir oynamış.
Gül Göker’in yazdığı ve yönettiği aynı zamanda oynadığı oyunun müzikleri, Ekrem Ataer tarafından yapılmış. Oyunun oldukça başarılı bulduğum görsel tasarımlarını ve yedi oyuncunun rol aldığı film yapımını Erhan Cerrahoğlu gerçekleştirmiş.
Oyunda Rıfat Ilgaz’ın seksen yıllık ömrünün bilinmeyen yönleri en ince ayrıntısına kadar mercek altına alınmış, dönemin edebiyat ortamında kıt kaynaklarla çıkartılan dergiler, kovuşturmalar, dergilerin kapatılması, kitap toplatmalar bitmeyen umutlar dönemin yaşayan şair ve yazarlarını da içine alacak ironik bir dille aktarılmış.
Sahnede görev alan on üç oyuncunun dönemin özelliklerini özümsedikleri, canlandırdıkları karakterlerdeki başarılarından belli oluyor. Ortada yazanı oynayanı yöneteni ve teknik ekibiyle sanat adına özveriyle verilen koca bir emek var.
Toplumcu gerçekçilerin kuşatma altında olması niteliksiz çalışmaların piyasayı işgal etmesine yol açtı. Kültürel alanı çöplüğe döndüren popüler kültür şeyhlerinin organize ettiği yanılsamanın dışında emekten yana bir dünya olabileceğini bizlere duyurmaya çalışanlar var.
1971 yılında Zeki Göker ve arkadaşları tarafından kurulan Ankara Birlik Tiyatrosu (ABT) devrimci sanatçılar kuşağının devamcısı olarak kültür mücadelesini, yeni insanın inşasını önceleyen yaklaşımıyla içinde bulunduğumuz boğucu iklimde tüm zorluklara rağmen sürdürüyor.
Özellikle taşrada kültürün alıcısıyla buluşturulmasında muhalif olduğunu ifade eden her yapı, kişi ve örgütlenmenin toplumsal dönüşümüne estetik bir katkı sunacak çalışmaları desteklemesi, herkesin lafta değil özde üzerine düşeni yapması gerekir.
İnsanların beğeni ve ilgisini yönlendiren mekanizmalar her zaman vardı, var olacak. Önemli olan bu çöp dağları arasında bizi ay aydınlığa, bahar kokularına çıkaracak sanatın, sanatçıların desteklenerek yüreklendirilmesidir.
Buradan açık çağrımdır “Bir Yeryüzü Ozanı Rıfat Ilgaz” oyunu ve sanatçıları yalnız bırakılmamalıdır.
Yüreğini sonuna kadar halkına açan, varlık – yokluk koşullarında bayrağı taşıyan Gül Göker gibi sanatçılarımızı emek ve çabaları için bu oyun özelinde bir kez daha kutluyorum.