Vazgeçme, teslimiyet, inkârcılık, “orta yol” arayışlarının yoğunlaşarak insan(lık)ı çok yönlü olarak yabancılaştırdığı bu tablonun mimarı; Berlin Duvarı’nın yıkılması ardından geçen yıllar boyunca düşünsel dünyamıza, mücadele ufkuna musallat olan, sol-liberalizm diye anılan post-modernizm/ post-modern akımlar oldu.
Yazı yazmam için bana çiçek,
kuş hürriyeti değil, içimdeki aşkın, deliliğin,
oturmaz düşüncenin hürriyeti lazım. (1)
“Sapere aude/ Bilmeye cesaret et!” uyarısının, yeniden ve bir kez daha büyük bir değer kazandığı post-modern çürümenin orta yerindeyiz!
Füruğ Ferruhzad, “Bütün kavramların ve ölçütlerin anlamlarını yitirdikleri ve -değersiz demek istemiyorum- giderek sarsılmaya yüz tuttuğu bir çağda yaşıyoruz. Dış dünya öyle tepe taklaktır ki inanmak istemiyorum.” derken Edip Cansever’in, “Günlük edimlerimiz bizi öyle yoğuruyor ki, öylesine kılıktan kılığa sokuyor ki bir yığın çıkmazın buyruğunda, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönüveriyoruz. Boyutsuz, anlamsız, sallantılı bir yaşama düzeyinde bocalıyoruz durmadan.” diye eklediği üzere hemen her şey…
Denilebilir ki “Ne zevk var ne sanat ne de mutluluk. Hep hırsızlık, hep üçkâğıtçılık, hep ağıt yakma. Kokuşup parçalanıyoruz. Sufisiyle, dervişiyle, yaşlısıyla, genciyle, esnafıyla, hepimiz para ve makamın büyüsüne kapılmışız hem de en utanç verici ve çirkin şekliyle.”(2)
“Bu dünyaya ne yaptınız? Hangi süpermarketten aldınız? Bize kötü davranma ve yok etme hakkını size kim verdi? Günahkârların bedelini biz mi ödeyeceğiz? Hepimiz sonsuzluğu cehennemde mi geçireceğiz?”(3) sorusuna yanıt aranan kesitte; “Evet! Bu utanç verici gösteriyi izliyoruz… Bir toplum bu noktaya geldiği zaman, artık çürümeye başlamış demektir.”(4)
Vazgeçme, teslimiyet, inkârcılık, “orta yol” arayışlarının yoğunlaşarak insan(lık)ı çok yönlü olarak yabancılaştırdığı bu tablonun mimarı; Berlin Duvarı’nın yıkılması ardından geçen yıllar boyunca düşünsel dünyamıza, mücadele ufkuna musallat olan, sol-liberalizm diye anılan post-modernizm/ post-modern akımlar oldu.
Post-modernizm/ post-modern kavramını post-Marksizm’den ayrı kullanmak elbette mümkün değil; “demokratik iyi kapitalizm iyimserliği”nden malûl zırvaya göre, neo-liberal politikalar karşısında “radikal demokratik” kazanımlar için mücadele esastı!
“Yeni teknolojiler”in toplumsal eşitsizlikleri ortadan kaldıracağını ileri süren onlara göre, karşılıklı bağımlılığa dayalı, küresel bir toplumda yaşanıyordu. Artık ulus-devletin bir önemi kalmamıştı!
Piyasanın “küreselleşme” ile birlikte toplumlara refah getireceği iddia ediliyordu!
“Küresel olarak bütünleşmiş bir dünyada artık savaşlar çıkmaz” deniyordu!
Ve nihayet Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe’un ortaya attıkları Post-Marksizm ile Murray Bookchin’ciliğe göre “İşçi sınıfının buharlaştığı” iddia ediliyordu!(5)
Yerkürenin dört yanında isyan edenler, sokaklardaki emekçiler, “yönetenlerin artık eskisi gibi yönetemediğini, yönetilenlerin artık eskisi gibi yönetilmek istemediğini” gösteriyorken; veya Mao Zedung’un deyimiyle “Gök kubbenin altında kaos var. Öyleyse koşullar mükemmel”ken; ya da sürdürülemez kapitalist sistem debelenmeye devam ederken hakikâti yansıtmak bir yana, onu manipüle eden söz konusu iklim edebiyat, sanat, kültür dünyasında da Orhan Pamuk(6) vari semptomların boy vermesine yol açtı.(7)
***
Biliyorum! Bu saptamama; “Sistematik olarak Pamuk’tan hoşlanmayan, okumadan eleştiren grubun yanı sıra gene yazdıklarını okumadan anlaşılmaz olduğu miti üzerinden yargı dağıtan diğer kitleye, en son hangi kitabını okudunuz, diye sormamız gerekir.”!(8)
Ya da “Orhan Pamuk ‘bilgi romanı’ yazdığını söylüyor. Böylece roman türlerine yeni bir katkıda bulunmuş oluyor… Orhan Pamuk bir ‘Dünya romancısı’dır. Romanları 62 dile çevrilmiş. Yani Orhan Pamuk sadece Türkçe okuyan okur için yazmadığını bilir. O nedenle ve yazarlık anlayışından gelen detaycı, pekiştirmeci yaklaşımla olayları Türkiye’yi, İstanbul’u hiç bilmeyen bir kişiye anlatır gibi yazar ve betimlemeleri aşırı detaylandırır, önemsediği şeyleri tekrar tekrar anlatarak okurun kafasında pekiştirmeye çalışır.”!(9)
Veya “Kara Kitap’ı(10) okumak veya ‘yeniden okumak’ için belki de en temel neden, Orhan Pamuk’a niçin Nobel ödülü verildiğini anlamak olacaktır. Ödül gerekçesi sanki sadece Kara Kitap düşünülerek kurulmuş gibidir. ‘Şehrin melankolik ruhunun izlerini sürerken birbirleriyle çatışan ve iç içe geçen kültürlerin yeni simgelerini bulmuştur’ cümlesinin Pamuk külliyatındaki tam karşılığı Kara Kitap’tır. Romanı benim gibi çok sevebilir ya da sadece beğenebilirsiniz ama her insaflı okur, Kara Kitap’ı elinden bıraktıktan sonra Pamuk’a gelişigüzel yöneltilen eleştirilerin önünde taş gibi bir metnin durduğunu ve edebiyat dışı ölçütlerle bu gerçeğin değiştirilemeyeceğini görecektir.”!(11)
Sonra da “Biliyorum çok şey yazıldı ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ için. Orhan Pamuk, bu romanıyla ilgili, gazetelerin hafta sonu eklerine röportajlar verdi. İnsanın canını acıtma temelli haksız eleştiriler de çıktı, kitabı yere göğe koyamayanlar da… İlk baskısı 200 bin yapılan kitap için, ikinci haftada 50 binlik ikinci baskıya geçildi. İki haftada 250 bin sattı ayrıca… Başyapıt kıvamında bir romanı bir köşe yazısının sınırları içinde değerlendirmek imkânsız. Bu yüzden özellikle etkilendiğim, önemli bulduğum üç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bir kere Independent’a hak vermek işten değil: ‘Pamuk, en iyi kitaplarını Nobel’den sonra yazan eşsiz bir yazar’. Nobel öncesi kitaplarının yeri ayrı ama sonrasında gelen ‘Masumiyet Müzesi’, ‘Kafamda Bir Tuhaflık’ ve nihayet ‘Kırmızı Saçlı Kadın’ gerçekten çok güçlü metinler.”!(12)
Siz bakmayın bu övgü (reklam) dolu, gayrı ciddi lafazanlıklara, bunların hiçbiri gerçeği yansıtmıyor!
***
Öncelikle “UNESCO’ya göre dünyanın en çok çevrilen yaşayan yazarlarından biriyim… Hükümeti eleştiremiyorlar, ne yapalım Orhan Pamuk’u eleştirelim (diyorlar-y.n)… Kötü saldırılar okurdan aldığım sevgiye kıskançlıktan, hasetten de geliyor.”(13) biçiminde kocaman laflar edenler, hiçbirini küçümsemeden her eleştiriye açık olmayı öğrenmek zorundadırlar!
Thomas Mann’ın, “Eleştiri ilerlemenin ve aydınlanmanın özünü oluşturur.”; Eugene Ionesco’nun, “Eleştirmen tarif etmeli, reçete yazmamalıdır.”; Gustave Flaubert’in, “Eleştiride en yüksek şey yöntemdir; yaratmayı sağlar.” diye tanımladığı eleştiri edebiyatın içindedir; eleştirisiz/ itirazsız edebiyat olmazken; elbette övgü (reklam) dolu, gayrı ciddi lafazanlıklar (olmaması gerektiği hâlde) olabilir!(14)
***
Orhan Pamuk, “Resmi görüşe karşı yazan akıntıya kahramanca kürek çekiyordur.”(15) demesine der de başka şeyler de var!
Mesela “Korkarak konuşuyorum, konuşmamaktan utanıyorum; herkes hapiste, herkese eziyet ediliyor, sadistlik, hunharlık, zalimlik ‘örnek olsun’ hâline gelmiş!… Altılı Masa umarım iyi bir aday bulur, umarım o aday kazanır… Kişisel olarak zenginlerden hoşlanmam, Türk zenginlerin biraz daha cesur olmalarını beklerdim.”!(16)
Ya da “Benim için edebiyat yalnızca Türkiye hakkında siyasi, ahlâki yorum yapmak için bir bahane değil… Gazeteciler sorduğu için konuşuyorum, Ben siyasi konuşmaya yapmaya meraklı değilim… Siyaset sorana düşünce özgürlüğü yok diyorum. Artık düşünce özgürlüğü yok dedikten sonra akrobatik hareketlerle bir iki siyasi laf da ediyoruz ama ondan sonra da saldırıları bekliyoruz… Siyasi laf edenleri sokakta dövüyorlar, parmaklarını kırıyorlar, tehditler ediyorlar, mafya karışıyor işin içine.”!(17)
Veya “Beğenmediğimiz manşetleri atan, haberleri yapan gazetecileri dövmek, tutuklamak, gazetelerini kapatmak… Gittikçe pervasızlaşan bu korkunç alışkanlık, Türkiye’yi bütün dünyada basın özgürlüklerinin en düşük düzeyde olduğu bir ülke hâline getirdi. AKP milletvekilleri, son seçim zaferinden haklı olarak gururlanıyorlardır. Muhalif gazetecilerin dövüldüğü, hapse atıldığı, haklarında dava üzerine dava açıldığı, tehdit edildiği ve gazetelerine el konduğu bir ülkede iktidar olmaktan da gurur duyabiliyorlar mı diye sormak isterim sayın milletvekillerine.”(18) derken “mış” gibi yapar!
Çünkü liberal Orhan Pamuk, 2012’de İspanya’da yayımlanan ‘El Pais’deki röportajından, “Türkiye’de askerin gücü azaldı. Uzun yıllar laikliği korumak için askeri destekleyen milliyetçi burjuvazi bundan kaygı duyuyor. Anadolu’dan gelen, daha muhafazakâr ve dini yönü ağırlıklı olan, AKP’yi destekleyen yeni bir burjuvazi var. Bu İstanbul burjuvazisinin biraz rahatsız hissetmesine neden oluyor. Ama unutulmamalıdır ki son 10 yılda mevcut iktidarla Türkiye, çok daha zengin ve başarılı oldu.”(19) demişti; nasıl unuturuz?!
Orta yerde bir ikiyüzlülük var; hem de Piyotr Alekseyeviç Kropotkin’in, “İkiyüzlülük temelleri yıkıldıkça, toplumda ahlâk düzeyi yükselir. Özellikle bu dönemlerde, ikiyüzlülük tamamen eleştirilip yadsındığında ahlâk duygusu en hızlı ilerlemesini gerçekleştirir; ancak o zaman bu duygu büyür, yükselir, incelik kazanır.” notunu düştüğü üzere!
***
“Hayatın en güzel şeyiymiş kitapçıya girmek, müzeye girmek, kültür yerine girmek, kalabalıkta yürümek.”(20) diye betimlenen Orhan Pamuk pek etliye sütlüye karışmaz; kokup bulaşmaz cinstendir; hatta tam bir eyyamcıdır!
“Otoriterliği değiştirecek şey, en sonunda bunun faydalı olmadığını görmemiz olacak. Gelişmiş teknoloji, insan yaratıcılığı, insan zekâsına daha fazla ihtiyaç duyduğumuz zaman otoriterlik para etmeyecek. Köprü yaparken, kuyu kazarken, yol yaparken, belki herkesin fikri ayrıyken biri otoriterlikle toplumu bir araya getirip bir şeyler yapıyor. Ama bilgisayar keşfi yaparken, ince bir işi geliştirmeye çalışırken otoriterlik değil, bilakis tam tersi özgürlük, yaratıcılık, düşünce özgürlüğü gerekiyor. Bizler de tam bu çizginin kenarındayız. Asya toplumlarının zemini bu ama maşallah kimsenin özgürlük talep ettiği falan yok. Herkes büyüme derdinde. Otoriter bir büyüme olsun da özgürlük ikincil, üçüncül değer olabilir deniyor. Bunlar benim dikkat ettiğim konular. Asya’da büyüme oluyor ama özgürlükler gelmiyor. Bunlar beni dertlendiren şeyler. Seçmen de ne yazık buna destek veriyor. O zaman işimiz daha da zorlaşıyor.”(21) türünde ve “çene suyu çorba” kıvamındaki (Çetin Altan’ın ikinci dönemini anımsatan!(22)) eveleme gevelemelerle idare-i maslahatçılıktan malûl “yazarın” ‘Veba Geceleri’nde “Atatürk’ü küçük düşürücü ifadelere yer verdiği” öne sürülürken; konuyla ilgili açıklamasında Orhan Pamuk, “Üzerinde beş yıldır çalıştığım Veba Geceleri’nde imparatorlukların küllerinden kurulan milli devletlerin kahraman kurucularına ve Atatürk’e hiçbir saygısızlık yoktur.” der!(23)
Aynı konuda PEN Türkiye ise “Cumhuriyetimizin kurucusu, her geçen gün yokluğunu daha derinden hissettiğimiz, çağdaşlığın, aydınlığın öncüsü, büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü yitirişimizin 83. yılında, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan tek yazarımız, Türkçenin ve Türk edebiyatının dünyaca tanınmasına büyük katkılarda bulunan değerli romancımız Orhan Pamuk’u, olmayan suçlar icat edip yargılamayın. Bize özgür bir ülke bırakan, özgür ve eleştirel düşüncenin yolunu gösteren Atatürk’ü üzmeyin!”(24) diye ekler!
***
Yazmak zor iştir; yazdığınız yaşam ya da safsatadır. Sorumluluğuyla yazmaktır yazmayı yazmak yapan; tam da bunun için yazmak bir politik serüvene ait olmaktır.
Çünkü “Sanatçı, varoluşu itibariyle politiktir. Gerçeğe baktığı yer, tualini, kamerasını, sahnesini kurduğu nokta, -o istese de istemese de- onun ideolojik görüşünü yansıtır. Müziğini bestelerken kullandığı müzik aleti, heykel yaparken işlenen malzemenin cinsi, onu politik yapar. Her ne kadar bazı sanatçılar, ‘politik olma’ meselesini, ‘kuru siyaset’ olarak algılayıp, çeşitli kaygılarla egemenlerden korkarak apolitik olduklarını iddia etseler de hakikât budur. Hayal gücünüzü öne sürüp, ‘yeryüzünün sıkıcı gerçekliğinin’ ilginizi çekmediğini ve bir sanatçı olarak imgeler aracılığıyla yeni bir imaj yarattığınızı düşünseniz de, o kullandığınız imge sizin ideolojinizden bağımsız değildir. Ya kendi meselelerinizi, insanlığın değerleriyle, binlerce yıldır damıtılan kültürel özellikleriyle harmanlar ve taklit etmeden yaratıcı bir iş üretirsiniz ya da bütün bunlardan azade olduğunuzu iddia edip -ki bu da politik bir tavırdır- biçimi önceler ve gerçekliği yeniden üretmeye gayret edersiniz. Günün sonunda, çağınıza dair sorumluluk duymasanız da, yeni bir form peşinde olduğunuzu söyleseniz de, gerçeklikle ilişki kursanız da kurmasanız da, bir sanatçı olarak politik bir eylem sergilemişsinizdir.”(25)
Kolay mı? Hakikinin sahteye galebe çalması için hayallerimizi emzirir yazmak eylemi!
Evet bir yaratıcılık hâli olarak yazmak-nihai kertede- eylemdir.(26)
Ancak bunlara rağmen “Yazmak şehirli, psikolojik, entelektüel bir eylem oldu -dünyanın dibi çıktı.” diyen Susan Sontag’ın tespiti ne kadar da yerli yerinde… “Yazmak kucaklamaktır; her düşünce bir diğerine uzanır.” diye eklemesi de!
Hayata dokunmadan; taraf olmadan; düşünce-davranış birliği olmadan yazabilmek zor, hatta imkânsızdır!
Friedrich Nietzsche, “Görkemli yazmak, hafif ve sade yazmaktan daha çabuk öğrenilir. Bunun nedenlerini ahlâksal alanda aramalı.”(27) derken; “… ‘Muhalifim.’ deyip geçmek yeterli değil. Neye/ niçin muhalifsiniz? Tavrın neye? Yazara/ yazana günün/ gündemin ötesinde bir bakış gerek.”(28)
Orhan Pamuk bunlara pek aldırmaz! Aksine…
“Hiçbir şey bir gecede olmadı. 48 yıldır konu seçiyorum. Bir konuyu seçiyorsunuz, yıllarca inceltiyorsunuz. İlk başlarda kışkırtma kelimesine gençliğimde daha yakındım. Çünkü yıllar önce seçtiğim, damıttığım, ayrıntı topladığım konular yoktu henüz. Bir şey beni kışkırtınca hemen o konuyu yazabilirdim. Şimdi ise her şey yıllarca dinleniyor.”(29) diyen Orhan Pamuk ekliyor:
“23 yaşında romancı olmaya karar verince, sanki kolumu keser gibi, 10 yıl içimdeki ressamı öldürdüm. Ama 40’ımdan sonra o ressam canlandı ve kendi kendine defterlere resimler yapmaya başladı. Önce karalamaları, çizgileri saklamaya başladı. Sonra defterler tutmaya, daha çok resim yapmaya. Ama hiçbir zaman sergilemeyi düşünmeden yaptım bunları. Daha yeni Büyükada’dan İstanbul’a döndüm. Yaz başı adaya gelirken bütün resim defterlerimi, boyalarımı getirmiştim. Dönmek için her şeyimi toplarken, ‘Keşke daha çok yapsaymışım’ dedim…
Yazarken daha ‘akıllı’ hissediyorum. Kabaca ayırt etmek gerekirse, resmi daha lirik, şiirsel bir duyguyla yapıyorum. Hatta bir bardak bira veya şarap içersem daha da rahat yapıyorum. Ama yazarken bunları yapamam. Yazarken daha mantıklı, gene yaratıcı ama daha düşünen biriyim. Kelimeleri sanki zihnim kontrol ediyor. Resim yaparken, ‘Benim Adım Kırmızı’da da anlatmaya çalıştığım gibi, elim kendiliğinden yapıyor. Hep duşta şarkı söyleyen adamın rahatlığına benzetiyorum bunu. Bir zaman kendime resimle ilgili kısıtlamalar koyunca, resim yapma zevkimin azaldığını hissettim. Çünkü o zaman mesleğe dönüşüyor.”(30)
“Resim yapmayı hiçbir zaman bırakmadım. Bu bienalde hem Masumiyet Müzesi ki orası bana göre bir sanat eseridir, enstalasyondur, edebiyatla çağdaş sanatın iç içe geçtiği bir şeydir, bienalde kullanılan bir yer oldu hem de benim aslında sergilemek için değil zevkim için yaptığım, not defterleri mi desek resim defterleri mi desek, bunlardan bazıları İstanbul Modern’in alt katında sergileniyor. Onları utana sıkıla sergiliyorum. Yaptığım resimleri ilk defa ziyaretçilere gösterebildiğim için hem utanıp hem de gizli gizli memnun oluyorum.”(31)
“Erdal (Öz Can Yayınları) beni hep ‘bu küçük çocuk çok parlak’ diye tanıtırdı. Hep korurdu beni. Severdim bu ilişkiyi. Ama ben de ona yayınevi bizim gemimiz olduğu için, gemi iyi gitsin diye, hep ‘Şunu bas, şu da var’ filan derdim. O sırada Latin Amerikan edebiyatının yükselmesi vardı. Pek çok Latin Amerikan yazarını ve başka dünya yazarlarını ona ben söyledim. Bunları yapmaktan heyecan duyardım. Böyle bir arkadaşlığımız vardı. Ve birlikte ‘başarılı’ olduk. İşler ben oradayken büyüdü. Onu da içeriden görmek hoşuma giderdi. Cumaları ödeme olur, yazarları da para almaya cumaları çağırırdı. Ama bazen görürsün ki Erdal kendi matbaasına ödeme yapmakta zorlanıyor. Onlara da şahit olurdum…
Erdal her zaman asıl işi edebiyatçılık, güzel şeyler yazmak olan biriydi. Her ne kadar politika için yapılmıyorduysa da edebiyat, Erdal’ın başına gelenler, tutuklanıp işkence görmesi ve o konudaki hatıralarını yazması onu bir siyasi olarak ünlendirdi. Ama aslında benim için Erdal’ın asıl metinleri ilk kitaplarıdır. ‘Odalar’ kitabı ve kısa hikâyeleri… Ben oraya 1982’de gittim. Ama 1970’lerin ‘en güzel roman en politik olanıdır’ anlayışı hâlâ etraftaydı. Erdal o ayıklamayı da yapardı.”(32)
Orhan Pamuk, bize hep kendini anlatır; sadece kendini!
Bu da bir oyun oynama içgüdüsü, kurgulama ihtiyacı olarak satırlara dökülürken; “Ya hayat?” sorusu boşlukta kalıyor öylece!
***
“Edebiyat”(33) deyince Thomas Mann’ın “Yazar, başkalarından daha zor yaşayan kişidir.” uyarısı anımsanıp; Stendhal’ın “Roman yol boyunca gezdirilen bir aynadır.” deyişi “es” geçilmemelidir!
Franco döneminin yaşattığı karanlık dönemler romancının ilgi odağında olan ve otorite karşısında bir duruşu sahibi Javier Cercas, “Kötü giden şeyleri bize büyük edebiyat gösterir.”(34) derken neyin ne olduğunu, olması gerektiğini anımsatır hepimize; post-modern söylencelere inat!
N O T L A R
[*] Newroz, Aralık 2022…
(1) Sait Faik Abasıyanık.
(2) Sâdık Hidâyet, Hacı Ağa, çev: Mehmet Kanar, YKY., 1998, s.67.
(3) Eduardo Galeano, Zamanın Ağızları, çev: Bülent Kale, Sel Yay., s.131.
(4) Émile Zola, Suçluyorum, çev: Tahsin Yücel, Can Yay., 2017.
(5) Bkz: Devrimci Marksizm, No:50, Bahar-Yaz 2022.
(6) Bkz: Temel Demirer, “Pamukoloji’nin Siyasal Analizi”, İnsancıl, Yıl:25, No:295, Şubat 2015… Temel Demirer, “Prenses ‘İskender’ ile Pamuk Prens Tülûatı”, İnsancıl, No:256, Kasım 2011… Temel Demirer, “Aydın Duruşu ve Sorumluluğu”, Güney Dergisi, No:91, Ocak-Şubat-Mart 2020…
(7) “Üretimin her biçimi kendi hukuksal ilişkilerini ve kendi yönetimi biçimini doğurur.” (Karl Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev: Sevan Nişanyan, İletişim Yay., 4. baskı, 2014., s.25.)
“Toplum denilen şeyin devamlı çabası, üretken emekçiyi, kendi emeğinin ürününün elden geldiğince küçük bir kısmı karşılığında çalıştırmak için kandırmak, aldatmak, korkutmak ve zorlamak olmuştur.” (Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965, s.316.)
(8) Mehmet Fırat Pürselim, “Veba Geceleri’nde Devlet Kurmak”, Birgün Kitap, Yıl:18, No:235, 18 Ağustos-16 Eylül 2021, s.8.
(9) Metin Celâl, “Kafamda Bir Tuhaflık”, Cumhuriyet Kitap, No:1299, 8 Ocak 2015, s.10.
(10) Orhan Pamuk, Kara Kitap-25 Yaşında, Yapı Kredi Yay., 2015.
(11) Handan İnci, “… ‘Kara Kitap’ 25 Yaşında”, Cumhuriyet Kitap, No: 1318, 21 Mayıs 2015, s.12-13.
(12) Filiz Aygündüz, “Kuyu, Aşk ve Suçluluk”, Milliyet, 29 Şubat 2016, s.21.
(13) Ahmet Orhan, “Orhan Pamuk: Bana Saldırmalarının Nedeni Haset, Kıskançlık ve Siyasi Öfke”, 27 Mayıs 2021…
(14) Geçerken aktaralım: “Modern toplumlar, sahte ihtiyaçlar yaratmak ve insanları doymak bilmez tüketicilere dönüştürmek suretiyle, toplum geneline yayılan aptallaştırıcı refah sayesinde eleştiriyi felç edebilmektedir.” (Andrew Heywood, Siyasi İdeolojiler, çev: Kolektif, Adres Yay., 2007.)
(15) Nadire Mater, “Orhan Pamuk: Kitapta Günümüze Doğrudan Gönderme Yapan Tek Bir Konu Var”, 17 Ağustos 2021…
(16) Murat Sabuncu, “Orhan Pamuk: Korkarak Konuşuyorum”, 21 Eylül 2022…
(17) Ahmet Orhan, “Orhan Pamuk: Bana Saldırmalarının Nedeni Haset, Kıskançlık ve Siyasi Öfke”, 27 Mayıs 2021…
(18) Evrim Altuğ, “Orhan Pamuk: Ayıplıyorum”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2015, s.19.
(19) Orhan Pamuk, aktaran: Zülâl Kalkandelen, “Utanma Duygusundan Yoksunluk”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2022, s.6.
(20) Oral Çalışlar, “Orhan Pamuk’la Karantina Günleri”, Posta, 22 Nisan 2020, s.10.
(21) Turhan Günay-Eray Ak, “Orhan Pamuk’tan ‘Kırmızı Saçlı Kadın’: Konumuz Suç!”, Cumhuriyet Kitap, No:1356, 11 Şubat 2016, s.15.
(22) Bkz: Temel Demirer, “… ‘Med Cezir’li ‘Çetin’ Kalem”, Kaldıraç, No:231, Ekim 2020…
(23) “Atatürkçülerden Çok Sert Orhan Pamuk Açıklaması”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2021, s.13.
(24) Zeynep Oral, “Orhan Pamuk’u Öldürelim mi?”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2021, s.13.
(25) Soner Sert, “Teoriden Pratiğe Belgesel Sinema”, Evrensel, 14 Aralık 2020, s.11.
(26) Bkz: Temel Demirer, “Yazdığınız Yaşam ya da Safsatadır!”, Kaldıraç, No:210, Ocak 2019… Temel Demirer, “Yazmak Serüvenine Bir Bakış”, Newroz, Şubat 2021… Temel Demirer, “Yazmayı Yazmak Yapan”, Patika Dergisi, No:89, Nisan-Mayıs-Haziran 2015… Temel Demirer, “Sorumluluğuyla Yazmak ve ‘Ödül(lendirilmek)’ Meselesi”, Kaldıraç, No:220, Kasım 2019… Temel Demirer, “İnsan(lık)ı Yazmak Hâl(ler)i”, Kaldıraç, No: 234, Ocak 2021… Temel Demirer, “Hakikinin Sahteye Galebe Çalması İçin Hatırlayın!”, Kaldıraç, No:125, Ekim 2011… Temel Demirer, “Hayallerimizi Emziren Yazmak Eylemi”, Güney Kültür Sanat Edebiyat Dergisi, No:93, Temmuz Ağustos Eylül 2020… Temel Demirer, “Yazmak-Nihai Kertede- Eylemdir”, Güney, N:62, Ekim-Kasım-Aralık 2012… Temel Demirer, “Yazmak Eylemine Mündemiç Notlar”, Kaldıraç, No:192, Temmuz 2017… Temel Demirer, “… ‘Yazmak’ Babında Bir Dosta”, Newroz, Yıl:4, No:122, 25 Şubat 2010… Temel Demirer, “Bir Yaratıcılık Hâli: Yazmak”, Ümüş Eylül Dergisi, No:12, Temmuz-Ağustos-Eylül 2014…
(27) Friedrich Nietzsche, Gezgin ve Gölgesi/ İnsanca, Pek İnsanca-2, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2014, s.78.
(28) Feridun Andaç, “Okumak Yazmak Üzerine Aforizmalar (VI)”, Cumhuriyet Kitap, No:1684, 26 Mayıs 2022, s.12.
(29) Nadire Mater, “Orhan Pamuk: Resmi Görüşe Karşı Yazan Akıntıya Kahramanca Kürek Çekiyordur”, 16 Ağustos 2021…
(30) Ezgi Atabilen, “Orhan Pamuk: İçimdeki Ressamı Nasıl Öldürdüm…”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2015, s.17.
(31) “Pamuk: Utana Sıkıla Sergiliyorum”, Milliyet, 4 Eylül 2015, s.6.
(32) Ezgi Atabilen, “Pamuk: Erdal Bazen Telifimi Cebinden Verirdi”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2015, s.19.
(33) Bkz: Temel Demirer, “… ‘Edebiyat’ Deyince Anımsanan(lar)”, Güney Dergisi, No:57, Temmuz-Ağustos-Eylül 2011… Temel Demirer, “Bir Sanat Dalı Olarak Edebiyat”, Kaldıraç, No: 236, Mart 2021… Temel Demirer, “Edebiyatın- ‘Sihirli’- Gücü”, Newroz, Ağustos 2021… Temel Demirer, “Edebiyat Sarsarak, Yıkarak Yenile(ni)r”, Güney, No:98, Ekim-Kasım-Aralık 2021…
(34) Feridun Andaç, “Roman Yazmak Bir Oyun”, Cumhuriyet Kitap, No:1706, 27 Ekim 2022, s.3.