“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” (…) Sait Faik’i tanıdığımda durdum. Yeni bir dünya keşfeder gibiydim.
“Alemdağ’da Var Bir Yılan” Işığında Modern Öykü
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.” Sait Faik Abasıyanık
Anlatmaya bağlı metinler edebiyatın temelidir. O tadına doyamadığımız büyükanne-büyükbaba masalları, efsaneler, destanlar ve hikâyeler… Anlatılan her şey çocuklar için hikâyedir aslında. Bakmayın tür adlandırmalarına, her anlatının özü de hikâye değil midir? Annemden çok dinledim anlatılar ama bugün düşünüyorum da bütün anlatılanlar biraz da annemin yaşadıklarıymış. Çünkü içinde hep inek, koyun, kuzu, tilki, tavuk, orman vardı. Bizim de yaşadığımız yerde sadece bunlardan oluşuyordu. Ama annem bunları öyle harmanlayıp anlatıyordu ki sanki olaylar başka alemde geçiyordu, büyük bir haz duyarak anneme sarılır anlattıklarını dinlerdim. Belki de bu yüzden hikâye dinlemeyi de hikâye yazanları da çok seviyorum. Fakir Baykurt’un tüm romanlarını başucu kitapları yapmıştım daha sonra, okuyor hikâye şeklinde anlatıyordum çevreme. Mahmut Makal, Sabahattin Ali, Orhan Kemal ne kadar yakındı bana.
Sait Faik’i tanıdığımda durdum. Yeni bir dünya keşfeder gibiydim.
Hikâyeden Öyküye Geçiş
Ferit Edgü, kendi kuşağıyla Sait Faik arasındaki ilişki için şunları söyler: “Dostoyevski’nin, ‘Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan geliyoruz’ dediği gibi, ben de, benim kuşağımın öykü yazarlarının büyük bir çoğunluğu da, Sait Faik’ten geliyoruz.”
Sait Faik, dönemine ve geleceğe damgasını vuran bir öykü tarzı yaratmıştır. Bu tarz, o dönemin çok etkili olan “yeni” yazıcıların (Nâzım Hikmet, Garip, Kırk Kuşağı) eşitlikçi eğilimleriyle beslenen ortamda gelişmiştir. O ana kadar, erken modern öyküleme, “klasik” denebilecek yapıtlarını vermiştir. Sait Faik de bu tür öykülemeyi uygulamakta zorluk çekmemiştir. Daha farklı biçimler deneyip, topluma ve doğaya bakmadığı açılardan bakmıştır.
Özellikle, Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabındaki öykülerle bir dönüşüme uğramış, hali hazırda “benzersiz” olan öykücülüğünde yeni bir atılım gerçekleştirmiştir. Bakış açıları arasında kaymalar ve gidip gelmelerle, bilinçdışı yansımaları, dışavurumlar ve çağrışımlarla, klasik Sait Faik öyküsünün bir değişim sürecine girdiğinin kanıtlarıdır. Bu öyküler, pek çok yazar tarafından Sait Faik’in gerçeküstü öğelere yer verdiği ilk öykü kitabı olarak görülmüştür. Çünkü gerçekten özellikle kitaba adını veren öykü; simgesel, düşsel ve gerçeküstü ögelerle beslenmiştir. Somut ayrıntılardan hareket yerine imgelemi kullanmaya başlamıştır. Bu da yazarı o günlere kadar üstünde taşıdığı “gerçekçi yazar” sıfatından uzaklaştırarak “sürrealist yazar” sıfatına yaklaştırdı.
1950 kuşağı öykücüleri olarak anılan yazarların çoğu da Sait Faik’in 1954 yılında yayımlanan Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabının, o yıllarda öykücülükte yaşanan yeniliklerin hareket noktası olduğu konusunda hemfikirdirler. Örneğin, dönemin öykücülerinden Demir Özlü, Yeni Ufuklar dergisinin 1967 yılında hazırladığı bir soruşturmada Sait Faik için şunları söyler: “Sait Faik, bu büyük yetenek, büyük birey, derin duyuşlu bir şair—özellikle Alemdağ’da Var Bir Yılan adlı kitabıyla önümüzdeki kalıplaşmış rasyoneli yıktı; bize duyuşun, bireyliğin, yaratmanın yollarını açtı”
1950 yılından itibaren dergilerde öyküleri görülmeye başlayan yazarlar, öncelikle yaşayan ustalarından, üstadlarından sürekli yararlanırlar, zaten o dönem biraz bohem bir yaşamın içindedirler. Hemen hemen her akşam toplanılır, edebiyat sohbetleri yapılır, bir anda dergilerin çoğalması da bu toplantıların sonucunda olmuştur. Önceleri görüş alışverişi niteliğinde olan tartışmalar dergilerde sertleşir ve artık neredeyse eski yeni tartışmasına dönüşür.
Bu dönem öykücülerinin neleri savunduğunu şöyle netleştirebiliriz: 1950 öncesi roman ve hikâye, fotoğraf gerçekçiliğine dayanır yani tamamen gerçekçidir. Toplumcu yaklaşım gerçekçiliğin sadece nesnel boyutunu vermiş, iç yaşantılara tam eğilmediği için eksik kalmıştır. Bu yüzeyde kalan gerçekçiliği biz aşacağız. Edebiyatı edebiyat olarak yapacağız.
Tüm bu söylediklerimizin tek bir amacı var: Modern öykünün geldiği nokta neresidir?
Bunu yapabilmek için de böyle bir girişe gereksinim vardı. Sait Faik ve 1950 kuşağını tanımadan bugünkü öykümüz hakkında da bilgi sahibi olamayız.
Turan HORZUM