Yıllardır, vapura doğru yürürken geçmeyi en sevdiğim sokak, Bozuk Sokak’tı. Bu sokağı ne kadar sevdiğimi şöyle anlatayım; Bozuk Sokak’tan yürümek yolumu hatırı sayılır derecede uzatırdı. Dakikalık gecikmelerin saatlere dönüştüğü İstanbul trafiğinde, gideceğim yere geç kalacak olsam da Bozuk Sokak’tan yürürdüm ben, inatla. Vapuru mu kaçıracaktım? Olsundu. İşe mi geç kalacaktım, canım sağ olsundu. O sokaktan illaki geçilecekti.

Önceleri bu ısrarımın sebebinin annemle paylaştığımız sabahlar olduğunu düşünürdüm. Aslında bu da bir hayli saçma bir düşünceydi. Annemle Bozuk Sokak’ta geçirdiğimiz anlar öyle büyülü, anne-kız sıcaklığının hissedildiği anlar değildi. Annemle her sabah, o beni okula bırakırken geçtiğimiz sokaktı yalnızca Bozuk Sokak. Ben uyanamazdım; annem, gözlerin kapalıyken giydirirdi önlüğümü. Kim koyuyordu sabahın bir körüne bu okulu? Kahvaltı hak getire tabii. Sonra annem elimden tutar, çocuğun kolu çıkar mı çıkmaz mı hiç düşünmeden sürüklerdi beni. Bozuk Sokak o zamanlarda da bozuk olduğundan, annem beni sürüklerken genelde yere düşerdim; yerdeki irili ufaklı taşlar beyaz külotlu çorabımı yırtardı. Akşam da başka bir temaşa olurdu evde, bu çoraplar neden yırtılıyor, oğlan çocuğu musun sen, bak ayakkabıların da çamur içinde diye başlardı bağırmaya. Yaklaşık beş yıllık bir süreden bahsediyorum, beş yıllık ama kendi içinde sonsuz bir döngü. Sonra ben büyüdüm, annem gitti. Bu sefer yalnız yürümeye başladım bu sokağı, artık çoraplarım yırtılmıyor, dizlerim kanamıyordu. Ayakkabılar? İşte onlara hiçbir şey yapamıyordum, Bozuk Sokak’tan temiz ayakkabıyla çıkmanın mümkünatı yoktu. Yine de seviyordum bu sokaktan yürümeyi, yürüdükçe daha da ve daha da.

Bir kere, ismiyle müsemma bozuk bir sokaktı hakikaten de. İsmi Bozuk olduğundan mıydı bozukluğu yoksa bozuk olduğundan mıydı ismi? Keşke böyle şeyleri yazan kitaplar olsaydı düşünürdüm daha küçük bir çocukken. Otuz yıldır birlikteydik bu sokakla, otuz yıldır da bozuktu bu sokak.

Ayakkabılarını yeni almış çocuklar geçmezlerdi bu sokaktan. Bayram günleri kimse kimsenin evine gitmek için bu yolu kullanmazdı. Uzun etekle, İspanyol paça pantolonla geçmek yürek isterdi. İşten dönüş yoluydu bu sokak, gidiş değil.

Mahalleyi bilen şoförler de mesela, geçmezlerdi bozuk sokaktan, o kadar bozuktu çünkü. Paralelindeki sokak esasen tek yön olmasına rağmen, mahalleyi bilen şoförler o sokaktan geçerlerdi. Yok efendim ters yönden geliyorsun böyle iş mi olur, geri çek kardeşim gibi bağırtılar hiç gelmezdi. Artık paralelindeki sokak (ilginç bir ismi olmadığı için hiç öğrenmemiştim) çift yönlü işliyordu. Bazen, bazı yabancıları sokuveriyordu Bozuk sokağa navigasyon, o zamanlarda da yolun aşağısındaki araba tamircisi ellerini ovuşturarak bekliyordu.

Sokağın bir ruhu vardı, düzen tutmuyordu. Orta okula yeni geçtiğim zamanlardı, annem gitmiş ben de büyümüştüm, belediye bir sabah uyanmış ve bu sokağın artık bozuk olmamasına hükmetmişti. Ama ne çare! Önce yol düzleştirildi. Taşlar toplandı, sokağın orta yerinde kendi kendine biten otlar ve sarı çiçekler -sonraları bu çiçeklerin hardal olduğunu öğrenecektim- söküldü. Sonra asfalt döküldü, birkaç gün evlerin pencereleri açılamadı, öyle pis bir koku kapladı her yeri. Bir hafta kadar kullanamadık sokağımızı. Bir hafta kadar başka yollardan gittim okula. Sonra bir pazartesi günü Bozuk Sokak’ın açılışı yaptılar. Bir bina duvarından diğerine kırmızı bir kurdele çektiler. Belediye başkanı geldi, başkan yardımcıları, hiç yoksa on tane müdür ve biz, yani halk. Başkan kurdeleyi kesti, artık dedi, artık sokağın yalnızca adı bozuk. Güldü herkes, ben de güldüm, sokak en son güldü. İki hafta sonra orta yerinden çatladı asfalt. Birkaç belediye çalışanı geldi, yama yaptılar. Bir hafta sonra yeniden çatladı asfalt. Yeniden geldiler, yeniden yama. Sonra yeniden. En sonunda belediye de pes etti. Üniversiteye başladığım sene, sokak artık çatlamış asfaltların arasından fırlamış otlar ve çiçeklerle dolu, bozuktu.

Üniversitenin ikinci senesindeydim, sokak düzen tutmamaya devam ediyordu ama düzen de değişiyordu. Bozuk Sokak’ı – her nedense- ilçe belediyesinden alıp il belediyesine verdiler. O zamanların belediye başkanı, şimdi ismini dahi söylemek yasak, bu sokağın kaldırım taşıyla düzeleceğine kanaat getirdi. Sokak yine kapatıldı, zaten yolu hiç sevmemiş asfaltlar söküldü, yolu sevmiş otlar ve çiçeklerle beraber. Bu defa, sokağın kenarındaki meyve ağaçları da belediyenin hışmından nasiplerini aldılar. Okula giderken eriklerini yiyeceğim diye vapuru kaçırdığım erik ağacını da kökünden söktüler. Ah ne güzel erikti o erik. Asfalt sökülüp yol düzleştirildikten sonra kaldırım taşlarını döşemeye başladılar. Arada bir zaman kar yağdı, yarım kaldı sokak. İşçiler nihayet kar eriyip de işlerine devam ettikleri zaman yolun yaptıkları kadarının çöktüğünü fark ettiler. Döşedikleri kaldırım taşlarını söküp yeniden, sıfırdan başladılar işe. Hepi topu otuz metrelik bir sokağı kar ve sokağın itaatsizliğiyle birlikte iki ayda ancak tamamlayabildiler. Bu sefer bir salı günü, koskoca ilin belediye başkanı ve başkan yardımcıları ve başkan yardımcılarının yardımcıları ve onların eşleri ve dostları ve başka başka belediye çalışanları yine bir bina duvarından diğerine çektikleri kırmızı kurdeleyi keserek sokağın açılışını yaptılar. İl belediye başkanı, aynı ilçe belediye başkanı gibi bir konuşma yaptı. Efendim dedi, bizden öncekiler de sağ olsunlar bir şey yapmak istemişler ama görüyorsunuz, efendim dedi, biz dedi, size hizmet için varız, artık dedi, artık sokağın yalnızca adı bozuk. Belediye başkanı ve maiyetinde bulunan kırk küsür insan güldü, ben güldüm, en son sokak güldü.

Sokağın bir ruhu vardı işte, düzen tutmuyordu. Bu açılıştan bir mevsim sonra kestikleri erik ağacı aynı yerden fidan verdi. Kaldırım taşlarının arasından otlar ve sarı sarı çiçekler fışkırmaya başladı. Ben yine keyifle geçiyordum sokağımdan. Arabalar, zaten alışmışlardı paraleldeki sokağa, tek tük birkaç araba hariç geçen yoktu sokaktan. Onlar da geçtikçe yoldaki taşlar oynuyor, yolun kenarına denk gelen kaldırım taşları ise kırılıyordu. Bir sene sonra belediye bir ekip gönderip bakım yaptırdı. Bozulan, kırılan parke taşları değiştirildi; taşların arasından fışkıran otlar ve çiçekler biçildi. Bir sene de öyle geçti ama nafile, sokak pes etmiyordu. Ben üniversiteyi bitirdiğim zaman erik ağacı benim boyuma ulaşmış, çiçeklerin sarısı kaldırım taşlarına işlemişti. Sokak vazgeçmiyordu, sokak pes etmiyordu. Belediye pes etti; sokağı düzene sokmaktan vazgeçti, kendi haline bıraktı.

Sokak tümüyle kendi haline sokağa bırakılınca, sokağa bir can geldi. Yol kenarındaki ağaçlar yeşillendi, otlar belirli bir düzen içerisinde büyümeye başladı, sarı çiçeklere morları eklendi. Mahalleli zaten alışıktı sokağın düzensizliğine, zaman geçtikte de iyice alışıldı. Sıcak bahar akşamlarında sandalyeler atıldı sokağa, çocuklar sek sek oynadılar. Mahalleye yeni taşınanlar kedi evleri, mamalar, sular koydular. Hepimizi kabul etti sokak.

Şimdilerde sokağın bitiminde yapılan yeni binaya taşınanlar türlü türlü belediyelere durmadan şikâyet dilekçesi yazıyorlar. Hepsine gelen cevap ise aynı, “Bozuk sokak, belediyemizin uhdesinde değildir.”

IRMAK GÜNCE KINA

(MayaDergi On İki)

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin son sayısı MayaDergi On Üç şimdi yayında
This is default text for notification bar