Ruhun Kara Bayraklarını Açmış Gibi

Sen kopup gelmiştin hayatın içine bir çağlayan gibi. Ben toprağını sıyırıp attım, [içimdeki] ölüsünü bilincimin; sana kavuşmak için sonsuz baharın gül yapraklarında, billur damlacıklar gibi… Ah bitimsiz yıkkınlığım; karıştıkça [içime] kanının sıcağı, ben senin damarlarında, toprakta boy veren filizler gibi boy atacağım bir orman olmaklığa…

Bitirme gül çiçeğim suyun umudunu, nefesin tazeliğini, yüreğin genişliğinde, aşkın bilgeliğini. Hiç durmasın güzelliklerin[sürsün] insanın karmakarışık doğasında öylece… Zaman çürürken, senin varlığınla her şeye direnen bir sıkım canım kalsa da… hayata inat, yaşa ki yaşat!

Orada bir yerlerden ayağa kalkacağız, [gelecekte] bugün, her şeyin geçmişindeki kavşakta. Herşeyin içine gömüldüğü bir dünyada, toprağın derinliklerinden çıkıp geleceğiz umudun yeni konağına, hayatın vuslatına…

Şimdi ruhun kara bayrakları gibi sallanıyor yüreğimizin yasında herşey. Ah karamsar olmayan gönül, alıp da bu bitkin hayatı ne yapalım, söyle! Kahrımızı, bitmeyen çilemizi, örselenmiş umudumuzu…

Şiir yoktur bal çiçeğim; onu ezen rezillikler, hınç ve zulüm, onu gönendiren neşe ve sevinç. Her insan şiirden bir parça, umuttan, yalnızlıklarından, tıka basa kalabalıklardan, bitmeyen dertlerinden, bütün hastalıkların çaresinden, ölçüsüz zevkten, taassubun koyu karanlığından, her seferinde zorbaya yenilmesinden, ona [çaresizce] boyun eğmesinden, özgürlüğü doyasıya yaşamasından, durup dururken sevinmesinden… [ve insan şiiri yarattı!] Güzel yaşamak ne ki; aslını bilmeden hep suretini. Her gün bir şeylerle yenilenir insan. Başka türlü neyle yaşar ki? Ey Tolstoy ey feodal zulmün sonu, yaşamak müşkülünde zorbalarla mı yoğuracağız sevginin hamurunu, ellerimizi kanatarak?! Söyle ey despot yürek, söyle ki aklının karmaşasına düşmüş ruhlarımız huzur içinde yatsın, sevginin ıslak toprağında…

SALADAĞ

Uzaklara, gökyüzüne bakıp, kasvetli haberlerin burgacından kurtulmak ne güzel. Sabahın taze aydınlığında, çilli omuzlardan yükselen çocuk umutlarıyla, o çırpıntıda güneşin yüzünde menevişlenen denizin ılığında, ışığını çizgi çizgi alıp yüreğinin içine… “Geriye ne kaldı [ki]?” deme, biraz da bıraktıklarıyla yaşar insan, onlarla kurar bugününü; [hem] yarın[ın]dan kime ne!

Zulüm değildir bizi yok eden; ona cesaretle hamleler yapamayışımız. Bundan bütün sefaletimiz, yitirdiklerimizin ardından sus pus oluşumuz, rezilliğimiz…

AYIBELENİ

Hep eksik kalan “biz”liğimiz ömrümüz. Rezil dünya işte, neden yazarız ki [boyna]? Belki yaratmayı umut ettiğimizden, sevebilmeyi, özlemeyi, şöyle dolu dolu gülebilmeyi… Hatta durup, düşünüp bütün bunları yazarak hayal etmeyi…

Sonsuzluğa yükselmiyoruz, sona doğru yürüyoruz apaçık. Tüm galaktik boşluklardan geçip sonsuzluğu kucaklayacağımızı umarak [ne yazık!]. Tarih, evrenin ve uzayın döngüsünde tozlaşacak eninde sonunda. Değil [mi] ki insan tozlaşmasın. Evrenin bir lahzası bile olamadığımız koca dünyada… hepimiz küçücük birer tozan. Peki o halde yaşam, benlik, neşe, bizlik…

Doğada her şey öyle içiçe, hep aynı ama hep farklı, hep beraber bir şeye dönüşürken usul usul: doğanın diyalektiği! [hadi oradan!] Keşfettikçe bilinmezlerini insan, hep şaşıracak cahil geçmişinin karanlığına bakarak. Oysa ne bir tılsım ne bir mucize. Daha iyi yaşamayı keşfetme pahasına daha çok makinenin buyruğuna razı olarak…

Pulları sürdükçe masaya dönüşsüz bir kumar batağı [gibi] insanın [hayattaki] yolu: Natura non facit saltum! Anla artık, orasından burasından çekiştirip durdukça insan, doğa ki onu yerden yere çarpan… Koza gibi her şey; birbirine dönüşen acılar, neşe, gülüşler, gözyaşları… Kelebekleşen, kalabalıklaşan geride tonlarca kabuklar bırakarak yürünen hayat; kısacık ömürlerin uzun hikayeleri [hepsi].

İnsan tepeden tırnağa trajik midir? Bütün varlığı dönüp dolaşıp duygularına çarptıkça yaratır yapıtlarını. Bir de en kötüsü bu ya; insan makineyi yaratır, makine ise çarpıtır, yorar, öğütür günden güne darlayan yaşamı…

ASLAN SEKİSİ

Yola çıkarken kimsen olmayacak; hele ki yalnızlığına yazarak, içindeki can suyu çekile çekile, kuruyan dallar gibi yeniden yeşilleneceğini mevsiminin… Yazdıkça sen, denizinde tek başına umutla kulaç atacak bilincin; çoğaldıkça, suyun mavisinde, güneşin sarısında.

Dur, bir daha düşün; kalabalıklaştırır yazmak biraz da [hazır mısın?]. Ruhunun karmaşasında, gelip geçenler hep bunlar işte. Hepsini bırakıp bir kenara atmak: Okuduğun kitaplar, yazdığın defterler, kağıtlar, boşu boşuna baktığın ekranlar, ettiğin laflar. Oysa kitaplar [kendi] yalnızlıklarını emanet edeceği meftunlar arar durur [hep]. Her kitap kendi yalnızlığını seçer, çoğulluğunu doğurmak için. Tıpkı her hayatın kendi yazgısını seçişi gibi. Yalnızlaşmak, çoğullaşmanın en başı. Kendiliklerimiz, o sahte duyarlıklarımız, sahici kabalıklarımız boşuna. Her yer insan, herkes çok kalabalık ama hep yapayalnız, çırçıplak.

Ah yalnızlık, bir gün hep beraber olma umudunu yazar içine. Başka yoldaşlar arar durur, kaygılarını yüklenerek. Ağır ağır gider yorgunluğundan kalanlarla. Çoğullaşmak pek güçtür. Şunu çığırır durur: Yaşasın çoğullaşmak için yalnızlığımız, hepimiz olabilmek için kendiliğimiz!

SUNTURAS

Kendisini içine çeken bir girdaptır rüzgâr, büyüdükçe hortumlaşan. Hızla içimizde yayılan bir yangın… Ah ne zaman anlayacağız? Özgürlük [artık] ulaşılamayan bir ülke, biz ise hiç gelmemiş gibi bu dünyaya…Bir kaşık suda boğulacakmışız gibi hayatta. Karanlık, her bedene dikilmiş bir elbise [sanki] herkesin giydiği.

Artık bitir hesabını tutkularının! Kinin kan gibi var etmiyor seni anla [artık]! Seni sıcaklığı denizin, kardeşliği doğanın… O yüzdendir kötülükler en umulmadık yerlerde yaşar. İnsan rastlantıların okyanusunda bir Moby Dick; hep farklı yollardan kaçar durur, kimsenin gidemediği, kötülüğün bilemediği. Oysa bulmak değil, aramak asıl mesleği varlığının. Çiçeğin tohumuyla [hep] yeniden doğarak hayatın dallarında…

Hiç mi yer yok aydınlığa, dostlukla paylaşıp yaşamaya? Herkes yüreğinin darına bir diğerinin yüreğini sığdırabilirse [keşke]… işte o vakit umutsuzluğun örtüsünden sıyrılıp… her gününü, bir yerlerden beklenen kara haber, yaşanmaya değer mi diye sınanan bir gerginlik gibi yaşamadan insan…

En başta kendisi için yaşar ya insan, belki bir iki ömür yerleştirir ömrü üstüne; [hem] ölenle ölür [hem] yaşayanla yaşar. Bak, şimdi daha açık herşey: Varlığı yoksa, yokluğu zaten yoktur. Duygularıysa karışır gider toza, tozana…

Biliyorum yazdıkça çoğalacak hüzün, okudukça yüzümüze vuracak [bu] zulüm. Bekleme o halde; öğren içindeki karmaşayı, kimle ve neyle savaşıyorsan kes gitsin artık! En iyisi barış, içindekilerle, karış, sonsuz zamana, huzurla gir hiçliğine bedeninin…

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin son sayısı MayaDergi On Üç şimdi yayında
This is default text for notification bar