“Kavuşmak nedir ki sevdiğim / uzak kadar yakın değil hiçbir şey / düşün ki hozat’ta bir yalnız ağaç / ve zühre yıldızı / nasıl da sevişirler gece boyu / binlerce ışık yılına inat…
ayrılık nedir ki zaza gülüşlüm / ben bu aşkı yıkılan duvarlardan / roma’nın tutuşan sokaklarından / çaldım da büyüttüm
ben bu aşkı / kimsesiz gömütlüklerinde / çocuklarını arayan annelerin / yalnızlığına sardım da büyüttüm
Uzaklaştıkça büyüyor gözlerin / hoş geldin” (1)
Şair Ruhan Mavruk, son kitabı Hoş Geldin Geronimo ile okurlarının karşısına yeni bir güldesteyle çıktı. Yeni ve seçme şiirler, söyleşiler, Mc Carthy zorbalarının elinden zorlukla kurtarılabilmiş mektuplar, fotoğraflar… Sanatçıyla yaptığımız söyleşide, hayatın ve sanatın türlü yönlerine değinme fırsatı bulduk.
S.K.– Kitabın ismi hemen dikkat çekiyor: Hoş Geldin Geronimo. Neden bu ismi seçtiniz? Bu soruyu bir önceki kitabınızla bağlantısı içinde de yanıtlayabilirsiniz: “İncinmesin Kıyılarımız” ismini seçme gerekçenizi “ Her şeye karşı kırıcı ve bencil olmamak gerekir. (…) toplumsal savaşımızda, aşkımızda, dostluklarımızda kısacası her zaman, her şeyde. Bir nehir akarken kıyılarını yıkmamalı.” (2) demiştiniz. Buradaki dilek daha çok içe dönük, ilerici—devrimci insanlık ailesine, bize dönük oluyor. Neler söylemek istersiniz bu konuda?
R.M.- Bu adı seçmemin nedeni emperyalizme vurgu yapmak. Geronimo halkını, onun özgürlüğünü satmayan ve asla teslimiyetçi olmadan beyazların hegemonyasına karşı savaşan bir Kızılderili kabile reisi. Tıpkı İnka’ların genç kralı Manco Capac gibi. Aslında Geronimo aramızda; ırkçılığa, ayrımcılığa karşı mücadele eden siz, biz, baskı gören, yılmayan ve geleceğin yeni insanlığına örnek olacak her bireyi temsil eden bir tipleme. Tarihin kızgın ovalarında at süren bilimsel serüvencileri anımsatmak için, ölüme göze alan bu insanlara olan saygım, sevgim ve hayranlığımla…
S.K— Sanat ve hayat arasındaki ilişkiler, bağlar nasıl olmalı? Estetik bir emek olarak sanat ile felsefe, etik, politika birbirlerini nasıl etkiliyor? Buradan bakarsak, şiirin yapısında imge ve benzetmelerin önemi hakkında neler söylersiniz? Özellikle şiir yazma çabasındaki insanlar için önerileriniz neler olabilir?
R.M.– Şiir, düşüncenin duygusal karşılığıdır. Benim için yaşam kaynağıdır. Yalnızlığımız, çoğulluğumuz, yoksulluğumuz,, varsıllığımız, mutsuzluğumuz ve sevincimiz. Sadece okuyarak şair olunmaz. Yaşamın şiirini damıtabilmesi için kavganın içinde olmalıdır şair. Bu da büyük emek gerektirir. Elbette yetenek, sonra okumak, aşmak kendini, söz sanatlarını iyi bilmek, cesaretle bunu kitlelere aktarabilmek de gerekli. Kıskanç bir sevgilidir şiir. Sadece kendisiyle ilgilenilmesini ister. Muhaliftir, satın alınamayan bir yürek, cesaret ve araştırma gerektirir. Konu ayrımı yapmadan ve mutlaka bir belli bir bakış açısı içinde anlatmak ister. Çünkü ‘gideceği yeri bilmeyen gemiye hiçbir rüzgârdan hayır gelmez’ diyor Montaigne. Felsefe, sanatla, şiirle bizim felsefemiz olur. Örneğin senin son kitabındaki şu dizeler: “ Hani o mayıs başlarında kırıla savrula / yeşeren direnç çiçeklerinden taçlar / takardık ya başlarımıza / Aysız gecede yıldız izlerinden yürüyen / kırık bir çocuktan selam var size”… Güneşten toz tanesine kadar her şey şiirin konusu olabilir. Değerli şair dostum Gülsüm Cengiz, ‘şair umudun işçisidir’ der. Ölüme giden bir mahkûmun çamura saplanıp kalmış ayakkabısıdır. Simitçi fırınlarının önünde bekleşen çocukların titreyen elleridir, bazen unutulmaz bir sevda ve özleyiştir.
S.K.- ‘Ağrılı düştü gün ışığı / yaralı günlerin üzerine / bizi hatırla diye diye / geldi, üşüştü ellerime pervaneler / döküldü bir iş çekiş / kan bulaştı mısraya yine / ama öyle evcil bir hikaye değil ki bu’ (2)
Şiirlerinizde akıcı ve dinamik bir yapı görülüyor. Şiirde “ritim”in önemine vurgu yapan pek çok görüş var. Nazım’ın da serbest ölçü ile yazmasına rağmen, şiirlerini oluştururken voltada adımlarını sayarak ya da bazı dizeleri türlü şekillerde yüksek sesle okuyarak denemeler yaptığı biliniyor. Şiirdeki müzikalite ile sözsüz müzikteki şiirsellik hakkında neler söylersiniz?
R.M.– Hece saymıyorum, ritim şairi değilim. Ancak şiirde iç ritme inanıyorum. Daha etkili kılıyor emeğimizi. Şiirde akıcı ve dinamik yapı sanırım imgelerimi nehir, deniz, rüzgar gibi hareket içeren nesnelere yaslamaktan. İmgeler, yaşam biçiminden geliyor. Kendi somutumuzda biçimlendirir, estetik aralıktan geçirir sonra tekrar dış dünyaya yansıtırız. Bunu yapabilmek için bütün değerleri yaratan halka yakın olmalı şair. Onun bize gelmesini beklemektense biz halka uzanmalıyız, entelektüel gevezelik korku yaratır.
S.K- Şiirin başlıca konusu olan sevgi ve aşk hakkında neler söylersiniz?
R.M- Sevgi yalnız bireysel anlamda değil dostlar, yoldaşlar, doğa, insan ve hayvan sevgisi, ailemize duyduğumuz sevgi vb her şeyi içerir. Emek ister, özveri ve paylaşım ister. Aşk ise çok derinden bir etkilenmedir, yılları aşabilir. Platonik aşk yaşamayan hiç âşık oldum diye düşünmesin. Aşk gizemdir, arayıştır, en güzel eylemdir. Unutmak istememektir. Nihat Yazıcı şairim “ kaybolmadın, bir gece trenindesin / altı çizili satırlar gibi yüzün / çok okunmuş “ diye yazmış. Umudu da içersin diyor kalbim. Genç yaşta yitirdiğimiz sevgili Abdülkadir Bulut umudu koymuş yanına aşkın: ‘”madem ki aşkların acıları / alışmamış bir dünyadır / bana döndür taşıdığın serinliği / içimde aşılanmamış sular var.”
İyi şairlerimizden dostum, Leyla Şahin, “aşkı karşılamaya gittim, yenildim / Tipide atı ölen bir tay gibi” diye. seslenmiş bize. Peki ama yalnızlar ne yapıyor bu dalgalı denizde? “Duygularını bırakacak yer bulamadıysan / yanında taşı” demiş değerli şair Berrin Taş. Bize de bu düşüyor bu hummalı denizde.
Ve genç Şair Selda Kaya, “ben aşkla lâl / yazarsam aşktan / yazmazsam şiirsizlikten öleceğim, diyor. Unutmamamız gereken bir gerçeklik var. Aşk da sınıfsaldır, her şeyin metalaştığı bir zamanda özveri gerektirir.
S.K.- Hoş Geldin Geronimo aynı zamanda hapishanelerden ve sürgünden size yazılan mektuplar da içeriyor. Bunlar o kadar içten o kadar sevgiyle dolu ki bir sanatçı adına sevinçle, umutla doluyor insan. Okurlarınız sizi, devrimci muhalefete olan ilginizden, işçilerin, mahpus ve kayıp ailelerinin direniş alanlarından, direnen siyasi tutsaklara ve her türlü insan hakkı savunusuna olan desteğinizden de tanıyor. Şiiriniz, toplumun bu en duyarlı kesimleriyle ilişkileriniz ve bireysel yaşamınızın sentezinden kaynaklanıyor denebilir mi?
R.M.– İnsanlık onuru adına direnen, bir şeyler yapmaya çalışan insanları her zaman sevdim, çünkü ben de insanca bir yaşamın özlemini çekenlerden biriyim. Yani sevgimiz karşılıklıdır. Derinden etkilenme ve şiir işçiliği diyelim…
S.K.– Kitapta şiirler, söyleşiler, mektuplar ve fotoğraflar yer alıyor. Çevirmeni yazılmamış ama, Kürtçe’ye çevrilip Defter Dergisi’nde yayınlanan “Kimlik” adlı şiirinizin Kürtçesiyle “Neden” adlı şiirinizin İngilizcesi de kitapta var. Sanırım coğrafyamızın ve diğer dünya halklarının dillerinde de ses verme arzusunu yansıtıyor bunlar, ne dersiniz?
R.M.- Evet, haklısınız, belki de uzun yıllar edebiyat ortamlarındaki yozlaşmadan uzaklaşarak yitirdiğim zamanı telafi etmeye çalışıyorum. Ulaşabileceğim tüm kesimlere ve dillere ulaşmak isterdim.
S.K.- Marksizm ve Şiir adlı yapıtında G. Thompson’a göre, toplumsal üretimin bir parçası olarak doğan sanatın evriminde kapitalizm bir dönüm noktasıdır. Çünkü öncesi dönemlerde sanat, “ozanın ve halkın katıldığı toplumsal bir etkinlik” olarak gerçekleşiyordu. Ancak kapitalist metalaşma sürecinde sanatçının, şairin, kendisini besleyen kaynakla bağları koparılmış ve hayatta olduğu gibi sanatta da bireycileşme dayatılmıştır. Toplumsal yaşamdan üretimden ve emekçi halktan uzak olan az sayıda orta tabaka aydınları edebiyatta parlatılsın, birbirleriyle söz ve imge becerilerini yarıştırsın yeterliydi ve fazlası sakıncalıydı… Ne dersiniz bu konuda? Bu tecrit ve yabancılaşma çemberi nasıl aşılabilir? Bu konuda sanatçıların çabası ve örgütlülüğü yeterli mi? Başka kimlere, hangi ilerici kurum ve örgütlenmelere sorumluluk düşüyor?
R.M.– Kapitalist metalaşma sürecinde sanatçının ve şairlerin kendini besleyen kaynakla yani emekçi kitlelerle bağları kopartılmıştır. Örneğin ABD’de Mc Carthy döneminde birçok muhalif sanatçı cezalandırılmış, işini kaybetmiş hatta öldürülmüştür. Bu ağır baskılara karşı koyan sanatçılar da vardı elbet Chaplin gibi, ama yüreğinin götürdüğü yere gidenlerin sayısı azdı. Büyük bir sanatçı kıyımı oldu. İntihar edenler de oldu. Halkla iç içe olmak, ilerici devrimci sanatın dayanışmasını, halka ulaşmasını sağlayacak kolektifler oluşturmak bu engelleri aşabilir. Toplumsal hareketlerin de kültürün, sanatın temel, dönüştürücü niteliğine daha çok önem vermesi gerekir
S.K.– Bir başka söyleşide, “ Zor olan bizi başarıya götürecektir. Çünkü şiir, uçurum ağızlarında açan bir çiçektir. Temelde tüm sanatçılar, özelde şairler örgütlenmeli, insandan, emekten yana kurumlarla birlikte hareket edebilmenin yolları aranmalı.” (4) diyorsunuz. Hali hazırdaki sanatçı örgütlerinin ( edebiyat dernekleri, yazar sendikaları) durumunu da gözetirsek, sanatta nasıl bir örgütlülük olmalı?
R.M.– Daha toplumla, emekçi, ilerici hareketlerle iç içe olmalı bu tür kurumlar. Başka türlü, sevgili şair Gülten Akın’ın yıllar önce belirttiği gibi, aynı dili konuşuruz belki ama aynı dilden konuşamayız.
S.K.- Türkiye’nin son elli yılında birçok toplumsal alt üst oluşlar, kitlesel kırımlar, hapishane direnişleri ve katliamları, on binlerce faili meçhul (!), binin üzerinde siyasi “kayıp” , büyük işçi direnişleri, Gezi gibi deneyimler yaşandı. Ancak ülkemiz edebiyatında bunları derinliğine ele alıp insanlara gönül gözüyle gösterebilen sanatsal ürünlere çok az rastlanabiliyor. Birçok “usta “ sanatçının bu konulardan özenle uzak durduğunu ya da yüzeysel değinip geçiştirdiğini düşünüyorum. Neler söylersiniz bu konuda? Son 50 yılın büyük olayları, yaşanan onca acılar, direnişlere rağmen durdurulamayan tecrit ve yabancılaşma durumu şiire, öyküye, romana, resme, müziğe kısaca insancıl—devrimci sanata yeterince konu edilebildi mi? Edilebilseydi, kültürel gerileme bu kadar korkunç olmayabilir miydi?
R.M.- Bunlara karşı yürümek gerekir rüzgâra karşı yürür gibi. Ben de çok baskı gördüm; ağır hakaretler, gözaltı ve tutuklanmalar, işten atılmak gibi. Hedefe kilitlenip yürümek lazım, akkor haline gelen yüreği karanlığa karşı tutmak gerekir. ‘Özü fırtına olan şiirde her imge bir tufan yaratmalıdır’ der Aragon. İşte onun gücü toplumsal yaşamdan geliyor. Bence yaşanan zor süreçler sanatçıların sorumluluğunu arttırdı. Bunu görmezden gelerek gönül rahatlığıyla sanat yapılamaz. Yapılıyorsa, sanata olduğu kadar, kendi insan özüne de ihanet başlamış, kapitalist yozlaşma kervanına bir ucundan eklemlenmiş olunmaktadır. Bence şiir, insanı insan yapan ilişkilerinden, o ilişkilerin derinleşmesinden kaynaklanır.“Yakılmış seslerden geliyorum güze / yasak katındaki erguvan çığlıklarla” diye yazmış dostum Mustafa Güçlü.
S.K.– Ortak gündemlerde birleşerek mücadele edilemediği, kara günlerin daha çok yaşandığı koşullarda direniş eylemselliği öne çıkıyor. Devrimci direnişte sanat nasıl bir yer kaplıyor? Bir yazı zalimi vazgeçiremez, bir şiir namluyu susturamaz, dendiğinde sanatın direnişi ve direnişin sanatı hakkında neler söylersiniz?
R.M.-’68 Kuşağı ikinci dünya savaşı sonrası faşizme, sömürgeciliğe ve onun yoz kültürüne karşı yükselen ilerici, insancıl bir kültürel temelden siyasete doğru gelişmişti, Doğrusu bu ilerici kültür mirasından mahrum siyasi hareketlerin de çıkmazlara düşmesi kaçınılmaz olacaktır. Kuşkusuz şiir, roman, şarkı genel olarak sanat, devrim yapmaya yetmez; ama sanat olmadan da devrim olamaz. İnsanca bir toplumun aklı kadar gönlü, yüreği, değerleri de gelişmelidir. Kültürel dönüşüm ve yeni insan sorununu devrimden sonraya ertelemek büyük bir yanılgıdır. İleriye doğru atılacak ilk adımla birlikte yeni insan yeni kültür mücadelesi de başlamış demektir.
S.K.- Okurlara son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?
R.M.- Çok teşekkür ediyorum böyle bir söyleşiyi yaşama geçirdiğiniz için, benim için onurdur,
Notlar:
1, 2- Hoş Geldin Geronimo, Ruhan Mavruk, sykitap, Aralık 2022
3- Önsöz Dergisi, Demet Demeter
4- Küçüksaat TV, Mertçe Söyleşi, 2020
5- Demokrat Haber, Mustafa Güçlü, 2021
.

