İki Arada Bir Yol Sancısı

Aralarında genç olduğu kadar kadınlı erkekli orta yaşlı insanların olduğu kalabalık, transit geçiş yolunun alt yanında bir iş merkezinin önünde günlerdir nöbette. Söylendiğine göre iş merkezine giriş çıkışları engelliyorlar diye işçiler kaymakamlığa şikayet edilmiş. Onlarla birlikte aynı tutumu nöbete nöbet dercesine jandarmalar da sergiliyor.  Bir zamanlar hepten ayçiçek ya da tahıl ekili tarlaların yerinde şimdilerde ya fabrika, depo, büro ve ya atölye tarzı küçük imalat yerleri bulunuyor.  Hal böyle olunca da yaya gelip geçenler, araçlardan mal indirip mal yükleyenler iş merkezinin önünü sabahın ilk saatlerinden itibaren arı kovanına çevirmekte.

Sağımsüt Fabrikası işçilerinin geçimi, baştan beri kadermişçesine asgari ücrete bağlanmıştı. Fabrika yeni kurulduğunda işe girenler iş bulmanın sevinciyle dört köşe oluyor, aldığı üç-beş kuruşu büyük bir nimetten sayıyordu.  Yine de yeni sayılabilecek Sağımsüt’te taşlar kolay kolay yerine oturmamıştı. Girenlerin kimi ilk maaşını alır almaz işe bir daha gelmemiş, kimileri işverence deneme süresinde çıkarılmış vesaire derken gidenlerin yerini de yenilerinin doldurması pek zor olmuyordu.

Fabrikanın ilk işçileri genellikle yakın çevredeki bir köydendi. Daha sonra fabrikalara yakın alanlara yapılan yeni konutlardan da çalışanlar arttı. Başlarda kimi için evine yakınlığı, kimi için servisin olması nedeniyle Sağımsüt’te çalışmak  evet iyi bir nimet sayılmıştı! Birkaç yıl içinde Sağımsüt büyüdü, ünlendi ama hayat pahalılığı karşısında ücretlerinin küçük kaldığı anlaşılır oldu. Bir işçinin hoşnutsuzluğu da zaman içinde bir ötekine, ondan bir başkasına derken bulaşa bulaşa genel bir eğilime dönüştü. Sendikayı işyerine getirip üye olurlarsa ondan sonra ücret artışı için pazarlık yapılabileceğini öğrenip harekete geçmişler ve devamında da üye olanların iş hakkı fesh edilince olaylar da böylelikle başlayıvermişti.

     ***

Tornacı Salih, arkadaşı Naim’e, karısı Nazan’ın da Sağımsüt patronunun şirket bürosunun önünde oturanlar arasında olduğunu haber verdiğinde, Naim beyninden vurulmuşa döndü. Bu konuda tartışmalarına rağmen karısının dediğini yapacağını az çok tahmin etse de arkadaşının sözleri kendisini hem arlandırmış hem de içinde büyük bir eziklik hissi uyandırmıştı.  Ne diyecekti şimdi? Bakışlarını Salih’ten kaçırıp içinde yükselen kızgınlığı toprağa geçirmek duygusuyla bir an yere bakakaldı. Yok, ama saklanabileceği bir delik yoktu.  Bir hayaletle konuşurcasına “Sen yanlış görmüş Nazan’a benzetmiş olmayasın, çünkü Sağımsüt’te çok kadın var” şeklinde bir savunma tutturmaya çalıştı. Salih “Yav ne diyorsun, onca garının içinde Nazan yengeyi tanımak niye zor olsun ki? Sözleriyle çıkıştığında dili damağı iyice kuruyan Naim, kendini boş yere yutkunmaya zorladı.

Aslında Nazan, kocasına bu işi çıtlattığında işçilerin eylemi birkaç gün öncesinden başlamıştı bile. Sendikaya üye olduğu için işten atılan işçi sayısı 73’tü. İlk işten atılmanın şokuyla hemen hemen herkes fabrikanın önündeki basın açıklamalarına katılıyordu. İstanbul’dan bile gazeteciler geldi gitti, işçilerle konuştu, kimi mikrofona konuştu, kiminin söylediği kağıda geçirildi, fotoğraflar videolar havada uçuştu. Bazı gazeteler olayı bir sayfanın dibine küçük bir haber şeklinde sıkıştırdı, bazısı bunu da yapmadı. İşyeri patronu Cem Saraç buralarda yokmuş deniliyordu. Fabrikanın sorumlu müdürü bir iki göründü sonra hiç mi hiç ortaya çıkmadı. Kaymakam beyin kızgın olduğunu da gazetedeki “Allah’ın rızkına tepip kasabanın huzurunu bozan şımarıklar” demesinden öğrenmiş oldular.  Sözde işçilerle işvereni anlaştırmak için haber salan kaymakam, işçilerin gönderdiği temsilciler kaymakamlıktan ayrıldığında az ötede bir de gözaltına alınmışlardı. Zaten kaymakam bey işçileri dinlemek yerine onlara bol bol nasihat vermişti. Karakola çekilen işçiler akşamüzeri bırakıldılar ama  gözaltı olayı tansiyonu artık bir kez yükseltmişti de. Sağımsüt’ün önü daha da kalabalıklaştı. Fabrika önünde toplananlara jandarmanın engel olmaya çalışılması filan derken günler devrildi. Zaman işten atılanların geri alınma umudunu törpülüyor gibi uzadı. Şenlik ve coşku havası kimsesizleşmeye evirilmişti. Üye oldukları sendika ve sendikanın avukatının yardımıyla mahkemeye önceden dava da açılmıştı. Biraz da davanın beklentisiyle işten atılanlar hele de tek başına ev geçindirenler başka işler araştırmaya döndü. Kenardan bakıldığında göz alabildiğine geniş ovada doğanın düzenini zorlayan işyeri ya da konut yapılaşmaları arasında hayat kaynaşarak yoluna devam ediyordu. Duruşmanın dört ay sonraya verilmesi işçilerin ümitlerini iyice soldurmuştu ki aslında ilçe mahkemesinde sürecin daha hızlı ilerleyeceği düşünülmüştü. Olanların ve olacakların sorumluluğu ise sendikacı ya da sendikanın avukatından öte sendikalaşmaya önayak olan birkaç işçinin omuzlarında görünüyordu.

Dağınık ve yılgınlık havasını sürüyorken, Sağımsüt işçilerini yeniden harekete geçiren şey, yakınlarındaki bir tekstil deposunda işten atılanların işyerini işgal eylemi yapmalarıyla işe geri alınmalarıydı. İşten atılanlardan biri olan Nazan, evde sıkıntılı günler yaşamaya başlamıştı. Çalışmaya başladıktan sonra, dışarıda çalışacağı bir işinin olmayacağı hayatı düşünmek dahi istemiyordu. Atılan işçiler WhatsApp’ta kurdukları grup üzerinden haberleşiyorlardı. Tekstil işçilerinin işe geri alındığı haberi sonrasında Sağımsüt işçileri WhatsApp’tan gelen çağrı üzerine eksiklerle de olsa toplanarak,  lojistik şirketi de olan patronun bürosunun olduğu iş merkezinin önünde geceli gündüzlü eylem kararını böylelikle almışlar, Nazan da eylemin bu ikinci aşamasına böylelikle fazla oyalanmadan dahil olmuştu.

Karısının sözüne kulak asmaması ve ailesine hükmedememenin getireceği   günahlardan hep korkan Naim sıkıntılı anlar yaşıyordu. Bu küçük çevrede arkadaşı karısını gördüyse hayda hayda başkaları da görürdü. Nazan’ın bundan birkaç gün önce evde kendisine durumu çıtlattığı o tartışmada, Naim karısını ikna ettiğini sanıyordu. Karısının eski uysal ve itaatkâr halini düşündü; hem kendisine hem ana babasına saygıda kusur ve bir denileni iki etmezdi. “Çalışma işi onu bozdu. Bir iki sene çalışıp biraz para biriktirip çıkacaktı güya. Evden arazi olmak tatlı helbet. Köyde sanki fabrika görmüştü de!” diyerek söyleniyordu kocası. İşten atıldığına onun yanında belli etmese de Naim az-buz sevinmiyordu. Çalışmayı unutsun, yeniden iş arar olmasın diye Naim, eve bıraktığı pazar ve market parasını miktarını da arttırmıştı. Bunun ötesinde üstüne sözle ya da elini kaldırarak yürümenin onu sindirmek yerine aksi etki yapacağı az-çok tecrübesinden biliyordu.

Patronun bürosunun olduğu iş merkezi önünden Nazan arkadaşlarının gruba attıkları mesajları okuyor bir an önce kocasına durumu açarak kapağı oraya atmak istiyordu. Sabah kahvaltı sofra başını iyi bir fırsat olarak görmüştü:

-Naim haberin ola biz arkadaşlarla konuştuk. Cem patrondan ses seda yok. Yıl sonu geldi. Güya bizim için bir şey yapacak işe çağıracaktı. Bu sefer valla gidip kapısında oturup kalkmayacağız. Biz çalışmadan evvel Sağımsüt’ün adı bile yoktu. Sayemizde İsrail’e bile peynir yoğurt satmaya başladı. Demedi deme ben de gidip hakkımı isteyeceğim. Elim böğrümde öyle boş boşuna beklemek olmaz sonra demedi deme!

Naim adeta dellenmişti. İçinden Allah’ım bu ne yaman sınanma böyle, sen büyüksün daha fazla üstüme gelme. Bir de biz arkadaşlarla konuştuk diyor. Ulan bu kaçıncı, bir kadına yakışır mı bu!? O dinsiz imansız sürünün içinde arkadaş dediklerin hal hatun da değil bile.  Rabbim ben ettim sen etme! Biliyorum hep o meret sigara yüzünden, yine senin yardımınla onu da yenerim inşallah düşüncesiyle karısına yöneldi:

“Hele bah hele! Gene diline neler dolanmış bizimkinin. Seni aç mı koydum, açıkta mısın gızım? Niye Allahın sana bahşettiği, herkese nasip olmayan tesettürünün kıymetini bilmezsin.  Otur ekmeğini ye suyunu iç duanı et oh ne güzel işte.  Sana ne şundan bundan. Gittin çalıştın bitti işte. Allahu tala işi senden değil aile reisi olarak benden soracak. Otur yerine yüce Allah’a bir değil bin kez şükret. Keşki anam beni gız doğuraydı valla aha şu kapıdan adım atmazdım, anladın mı beni! Hem çalıştın da ne oldu? Tövbe tövbe dinime imanıma evde bet bereket de kalmadı.”

Nazan, kocasını sinirlendirmemek, tartışmayı kavgaya dönüştürmemek için karşılık vermedi. Direnişe dönmeyi kafasına koymuştu hiç değilse az tartışma, az hırgürle gitmek en iyisi olacaktı. Karısı karşılık vermeyince Naim bundan cesaret alıp üstüne basa basa bir “anladın mı beni” çekti. Ki Nazan da işini az bilen biri değildi hani. “Anladım” edasında başını öne doğru bir-iki yaylandırdı o kadar.

Naim,  oturdukları masadan ani bir kalkışla askılıktaki montunu eline alıp kapıyı gürültülü şekilde çarparak çıkmıştı. Karısının işe girmesi de zamanında gürültülü olmuştu. Aynı mahallede oturdukları, Tokat’taki köylüsü Saliha birlikte işe girip çalışmaları yönünde Nazan’la epey konuşmuştu. Saliha kocasından boşanmış üç çocuğu ile birlikte babasıyla oturuyor, ev temizlik işlerine giderek çocuklarına bakıyordu. Nazan keşke arada ben de ev işlerine gitsem diye Saliha’ya özenirdi. Sağımsüt’ün kurulması, çevreden işçilerin yazılması Saliha ile birlikte Nazan’ı da peşinden sürükledi. O kocasının gönlü olsun diye çok çabaladı, kocası da  kendisini eve bağlamak için aynı şeyi yaptı. Nazar köyünde ana babasıyla  yaşıyorken,   şehirdeki abisinin komşusu Naim’in ailesi, oğullarıyla birlikte gelip kendisini istemişlerdi. Köyden kalkıp şehre gelin geldiğinde başı açıktı. Oturdukları yerde Gaffur Hazretlerini Yaşatma Derneği’nin cemaatine dahil olan Naim, karısının tesettüre girmesi için ‘hocam’ dediği Rauf Hoca ile konuşmuştu. Cemaatte gelen her arkadaşının karısı ve kızlarının başı kapalı iken bir mümin olarak karısının başının açık dolaştığının lafının edilmesini kaldıramazdı. Bir toplantı sonrasında dizleri üstüne dört ayaklı pozisyonunda Raufl Hoca’nın yanına varıp önce cüppesinin eteğine yüzünü sürdü. Başını kaldırdığında Rauf Hoca’nın yüzünde hınzırca bir gülümseme belirmişti. Derdini anlattı. Rauf Hoca “Mümin kardeşim bu işler hemen aldım-verdim gibi değil. Bakalım Allah nasip edecek mi… Niyeti önce bir nasiplendirmek gerek. Yine de sen hiç korkma olur inşallah! Yalnız derneğe olan teberruyu ihmal etmeyesin ha!” diyerek müridini başından savdı.

Naim, tesettür için Rauf Hoca aracılığıyla inayet edileceğini Nazan’a söylediğinde o bundan pek bir şey anlamadı. Çevresinde kapalı kadın çoktu. Ama Nazan köyde bu şehir denilen yerden çok daha rahat ve kaygısızdı. Evde, tandırda,  ahırda, tarlada işin durumuna göre istediği gibi giyiniyor, istediği an basmadan şalvarını giyip çıkarıyor,  istediği gibi saçını tülbentle bağlıyor ya da bağlamıyordu.  Öyle uzun uzun yere değen giysilerin içine girmeye niyeti yoktu. Naim’e “Köye dönerim de giymem, iş yapamam,  bunalırım onların içinde. Hem ben bir kafayı zor taşırken bir de saçımdan arkaya bir tepe daha yapamam” diye karşılık verdi. Gidip gelip birkaç gün bu konuda şiddetli olmasa da ulu orta tartıştılar. Sonunda Nazan’ın saçlarını istediği biçimde kapatmasında anlaştılar ve ortalık da öylece yatışıp gidivermişti.

Yeniden direnişe geçen arkadaşlarının yanına dönmekten bahsetmesiyle başlayan gerginlikle kocası Naim kapıyı çarpıp çıktığında, Nazan hemen toparlanıp evden çıkma hazırlıklarına girişti. Bu sefer her açıdan işinin daha zor olduğunun farkındaydı.  İşe ilk girdiğinde kocasıyla bir ay, kocasının ana babasıyla neredeyse bir sene küs kalmıştı. Eylemin yapıldığı iş merkezinin önüne ilk gün gitti havaya ve ortama baktı akşam olmadan geri döndü. O gün hiçbir şey olmamış, konuşulmamış gibi davrandı. Ertesi gün pazardı. Yine Naim evden çıkar çıkmaz çocuklarıyla konuşup elinde büyük bir poşetle evden ayrılarak arkadaşlarının yanına ulaştı.  Geceli gündüzlü alacaklarına asılarak orada olmak çocuk oyuncağına benzemiyordu. Üstelik bir de açlık grevi yaparak bekleme kararı alınmıştı. İşçilerin tanıdıkları, yakınları, sendika yöneticileri derken gündüzleri kolay geçiyordu. Bağlama getirip türkü söyleyen de davul çalıp çifte telli oynayanlar da oluyordu.

Nazan, direniş sırasında arada bir eve gelip ortalığı toparlıyor yemek yapıp çocuklarına sıkı sıkı tembihte bulunarak geri dönüyordu. Bir gün kendisi evde yokken üst komşu kadın kapıyı çalmış “Sağımsütçüleri televizyonda gördüm. Valla Nazan’a helal olsun kar kış demeden battaniyeyi çekmiş sırtına, arkadaşlarıyla oturuyordu” deyiverip gitmişti.  O günlerde Sağımsüt işçileri istesin ya da istemesin etraflarında birçok gazeteci ve televizyoncu bulunur haldeydi.

Naim’in ağzını zaten bir süredir bıçak açmıyordu. Komşunun kapıdan oğluna verdiği haberi uzandığı çekyatta umursamadı bile. Bundan böyle ya cemaatten elini eteğini çekecek ya Nazan’dan ayrılarak boynunu doğrultabilecekti ki bunu pek ihtimal dahilinde görmüyordu. Yoksa karısının ayrılmaya dünden razı olacağına adı gibi emindi. Kendisi değil miydi bir keresinde Nazan “boşanırım” dediğinde tirtir titreyen. “Her dini vecibemi yerine getiririm, çocuklarımın rızkından kesip hazretlerinin ruhu aşkına derneğe yardımı yapar ama bir sigarayı bırakamadım diye beni şamar oğlanına çevirirler” diyerek içindeki kızgınlığı pişiriyordu. Büyük oğlan Semih, komşu kadın gittikten sonra getirdiği haber, ekranda asılı kalmışçasına bir kanaldan diğerine boş yere arayıp durdu.

Yıllardır kış mevsiminin ortasında bile kar yüzü görmeyen Trakya’da, bu sefer aralık ayında ortalık beyaza kesmişti. Böylesi şansızlığa işçiler, işçilerin yakınları isyan etti doğrusu. Direnişçiler o geceyi naylondan yaptıkları korunakların, battaniyelerin altında geçirmişlerdi.   Karda kışta orta yerde direnen işçilerle ilgili haberler ertesi gün Sağımsüt işçilerinin olduğu yerin daha da kalabalıklaşmasına neden oldu. “Açlık grevindeler soğukla birlikte mahvolacaklar” fikri televizyonlara yansıyan görüntülerin etkisiyle sağda solda bayağı etki yapmıştı. Jandarma ekipleri direniş ve ziyaretçi topluluğunu dağıtmak, işçilerin yağmurdan korunmak için çektiği naylon korunakları ortadan kaldırmak için harekete geçtiğinde ortalık bir anda karıştı. Sağlık sorunu yaşayan kadınlardan bayılanlar oldu. Böyle şeyler tansiyonu yükselttiği gibi tepkileri de şiddetlendiriyordu.

Ağaç gövdesine tutturdukları mantar pano üzerine direnişi gün gün yazıyorlardı. Panoda “17.Gün” okunuyorken Semih ile Süha iki gündür görmedikleri annelerini ziyarete gelmişlerdi. İşçilerin kendilerine özel misafir gibi kolanya tutup, şeker ikram etmesi çocukların çok hoşlarına gitti. Nazan soğuğa dayanmak için üstüne kalın bir şal atmış başını iyice sarmıştı. Halsiz ve ayakta durmakta zorlanır haldeydi ki kendisinden en az on yaş büyük başka direnişçi kadın arkadaşları da vardı yanında.  Biri on beş diğeri 13 yaşındaki iki genç anneleriyle yan yana beş-on dakika sohbet etti. Nazan, çocuklarını yolcu etmek için ayağa kalkıp kalabalığın kıyısına doğru ilerlerken, yolun öte tarafındaki  minibüsü durağında bekleyen Naim’i üstündeki gri montu ve kendisinin ördüğü bordo renk başlığından tanıdı. Bir tuhaf olmuştu ama belli etmedi. Oğullarına sarılırken “siz beni düşünmeyin bir şey olmaz, hapşırdığımızda hemen ambulans geliveriyor, babanıza da selam söyleyin hakkımızı almaya az kaldı” diyerek  onları uğurladı. Ardından biraz geriye arkadaşlarından tarafa, çıplak ve kimsesiz duran dut ağacının gövdesini kendisine siper ederek, davranışlarından sigara içtiği anlaşılan kocasını bir an izledi. Cemaat denen topluluğa takılmasının Naim’i pır pır edip uçmayı unutan zavallı bir kuşa nasıl çevirdiğini düşünerekten içinden acı duydu. Tek derdi oğullarının aynı duruma düşmemesiydi.

Soğuk, kar, direniş açlık grevi… Tüm bunlar işten çıkartılan Sağımsüt işçilerinde olduğu gibi kalamazdı. Ülkedeki asgari ücret ve vergileri yüksek bulup Mısır’da tekstil üzerine fabrika kurduğuna dair sözler dolaşan işverenin umurunda değilse de yörenin kaymakamını, askerini, bekçisini yakından ilgilendiriyordu. Baştan beri kendini bu konuda bir tarafa koyan kaymakam bey ise “buradaki çapulcular yetmiyormuş gibi kalkmış bir de Gebze’den desteğe geliyor, yarın Yunanlılar da gelse şaşırmam” diyerek huzursuzluğunu dışa vuruyordu. İşçiler de sendika aracılığıyla yörenin milletvekillerini, siyasi parti yetkililerini filan sıkıştırıyordu. Öyle ki bir gün içinde çok şey sığar olmuştu. Kronik hastalıkları olan kimi işçiler fenalık geçirip hastaneye kaldırılıyor, kimileri üzerlerindeki direniş gömleği ile onları yakından takip etmek için hastaneye koşuyor. Ziyarete gelenlerin yolunun kesildiği haberi geliyor, bir grup kalkıp oraya koşuyor. Gazeteciler genel haberle yetinmeyip tek tek işçilerle fabrikada çalıştıkları zamanda yaşadıkları olumsuzlukları da açığa çıkaran yeni söyleşiler yapıp yayınlıyor.

Hava bir başka, yerde de bir başka ağır… Kaymakamı yanına alan bir milletvekili harıl harıl patron Cem Saraç’ın peşinde ki, her neredeyse patronu buluyorlar da.  Nasıl, nerede, hangi zaman buluştu pek bilinmese de iki sendika yöneticisi, bir avukat ve bir işçi temsilcisinin yer aldığı nihai görüşmede yapılan anlaşma çevrede büyük bir kazanım ve moral aşısı havası estirdi. En azından patron işçileri sendikaya üye olduğu için işten çıkarttığını kabul etmiş olarak, çalıştıkları süre boyunca elde ettikleri haklarını vermeyi kabul etmiş oluyordu. Kendisini dize getiren işçileri işe alıp almayacağı da zaman içinde anlaşılabilecek bir şeydi.

Nazan, Saliha ve aynı mahallede oturdukları daha dört kadın arkadaşıyla sendikanın ayarladığı minibüsle evine doğru giderken kaygılıydı da. Koltukta sağ elini Nazan’ın omzuna atmış olan Saliha arkadaşının ruh halini hissediyor olmalıydı ki arada bir sıkıntısını dağıtmak istercesine eliyle hafiften omzunu sıkıyordu. Nazan evine en yakın noktada indiğinde Saliha da kendini onun yanında buldu. Söz bitmiş gibi sessiz bir şekilde Nazan’ın evine doğru birlikte ilerlediler.

Şubat, Mart/ 2025

(MayaDergi On İki)

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin son sayısı MayaDergi On Üç şimdi yayında
This is default text for notification bar