Yaşarken Görmemek

Loading

İnsan, en çok kaybettiğinde görür. Ama bu “görmek”, retinadan geçip zihne ulaşan sıradan bir görsel algı değildir. Bu, içimizde yankılanan, kaybın ardından büyüyen bir boşluğun görmeye zorladığı derin bir idrak biçimidir. Bir ses sustuğunda, bir nefes durduğunda, bir ışık sönüp gidince fark ederiz: Oradaydı. Vardı. Yaşıyordu. Ve biz görmedik.

Oysa sesini çoktan duyurmuştu bize. Bir sanatçı, eserleriyle bağırmıştı aslında. Bir yazar, kelimelerle geleceği tarif etmişti. Bir aydın, sözleriyle ufuk açmıştı. Ama biz, o çağrılara sağır kaldık. Gözümüz açıktı belki ama gönlümüz, zihnimiz perdelenmişti. Görmemek seçimi, çoğu zaman görmenin sorumluluğundan kaçmaktır.

Çünkü görmek, sadece bakmak değildir. Görmek, tanımaktır; tanımak ise sorumluluk yükler. Görmek, bir insanı olduğu hâliyle kabul etmeyi, onunla yüzleşmeyi, düşünmeyi, sorgulamayı gerektirir. Toplumun büyük çoğunluğu ise sorgulamaktan korkar. Düşünmek rahatsız eder; kolay olan unutmak ve sonra yüceltmektir. Biz, yaşayanı anlamaktan kaçar, ölüyü sevmekte ustalaşırız. Çünkü yaşayana sevgi emek ister, çaba gerektirir. Oysa ölü, sessizdir, talepkâr değildir. Onu sevmek kolaydır. Ona methiyeler düzmek konforludur.

Kültürümüz, yasla parlar. Toplumsal hafızamız, öleni kutsallaştırır ama yaşarken hor görür. Bu sadece bireysel bir eğilim değil; tarihsel ve sosyolojik bir alışkanlıktır. Canlı olanın hatası vardır, zaafı vardır, çelişkileri vardır. Efsaneleşmemiştir henüz; eleştirilebilir, yerilebilir. Oysa ölüm, insanı dokunulmaz kılar. Efsaneleştirilen figür artık tehdit olmaktan çıkar; güvenli, rahatlatıcı bir anıya dönüşür.

Bu durum, sadece bireylere değil; toplumun kolektif vicdanına da yansır. İleri görüşlü insanlar, yaşarken dışlanır; çünkü gelecek hakkında konuştuklarında biz bugünde hapsolmuşuzdur. Onlar yaşarken yol gösterir ama biz karanlığa alışmışızdır. Ancak ışık söndüğünde, karanlığın bizi ne kadar kör ettiğini anlarız. Onlar gider, bizse geç kalan bir fark edişle baş başa kalırız.

Belki de bu yüzden toplumlar, yaşayan kahraman istemez. Onlar, nefes alan değil; hikâyesi tamamlanmış, değişmeyecek figürler arar. Çünkü canlı olan tehdit eder: Değiştirir, dönüştürür, sarsar. Ölüyse sarsmaz; aksine, kutsanarak kontrol altına alınır. Biz de bu yüzden bekleriz. Sevmek için. Anlamak için. Ölsün diye.

Ama en çok insan, kayıpla uyanır. Varlığın kıymeti, yoklukla anlaşılır. Olanın değeri, onun elden kayışıyla hissedilir. Çünkü hayatın ironisi şudur: Elimizdeyken kıymetini bilmeyiz; kaybettiğimizdeyse geri dönüşsüz bir pişmanlıkla baş başa kalırız. Oysa bazı insanlar, sadece ölünce değil, yaşarken de yaşatılmayı hak eder.

Asıl olan, yaşayanı görebilmektir. Sesi varken dinleyebilmek, nefesi varken kıymet bilmek, ışığı yanarken onunla aydınlanmaktır. Çünkü gerçek sevgi, ölümden sonra değil, yaşamın içindeyken gösterilmelidir.

Seher YEĞİN

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin 2025 Bahar sayısı, şimdi yayında.
This is default text for notification bar