Lütfü Topal’ın cenaze töreninde birkaç söz söyledim. Ülkemizde bol bol tartışılan ama üzerine söylenen çoğu şeye rağmen bir türlü anlaşılmayan veya netleştirilmeyen konulardan biri ölüm oruçlarıdır. Lütfü Topal ölüm oruçlarının yarattığı tahribattan dolayı Wernicke-Korsakoff hastalığına yakalanmıştı. Unutkanlık başta olmak üzere ciddi sorunları vardı, başka birinin yardımı olmadan yürüyemiyordu. Müebbet hapis cezası hastalığından dolayı kaldırılarak serbest bırakıldı. Uzun yıllar bu hastalıkla savaşı, zor koşullarda yaşadı.
Ölüm oruçları şimdiye kadar ülkemizde, hep yanlış noktalarda tartışıldı. Bu tartışmaların özü; genellikle ölüm ve yaşam denklemi üzerinde oturtuldu. Bilakis ununu elemiş ve siyasal mücadeleyi artık legal mücadele olarak gören ve Bolşevik parti anlayışını reddeden gruplar tarafından bu yaklaşım özellikle görülür hale getirildi.
Bol bol, devrimci insan yaşamı savunmalıdır gerçekliği ile kulakları tırmaladılar. Hele Mahir veya Deniz’in sülalesinden gelip her şeyi kitle partisi mücadelesi olarak gören grupların bitmeyen ölüm oruçlarına karşı duydukları tepki, yer yer nefrete bile dönüşmüştü.
Yaşam sevgisi, bu yaşam sevgisini işaret eden özneye ve öznelere dikkatli baktığımızda, devrimci lügat olarak söylemek gerekirse sistemle uzlaşmış ve artık kapitalist yaşam biçimini her şekilde içselleştiren devrimci siyasal sorunu kalmamış profesyonel devrimcilikten uzak bir grup olduğunu görürüz.
Daha doğrusu günlük yaşamda, pek ekonomik sorun yaşamayan bir küçük burjuva veya orta burjuvaya mensup insanların bakış açısıydı bu. Burada ifade edilen yaşam sevgisi de bu küçük burjuva öznenin yaşam sevgisidir. Fakat bu da bulanık bir söylem içerir. İçinde sistemden kopmayı taşımayan dandylikle nihilistlik arasında giden ve sınıf mücadelesini daha çok burjuva demokrasinin sınırları içinde küçük burjuva özgürlüğü olarak gören bir grup. Devrimi bir başka bahara erteleyen fakat ertelediğini kabul etmeyen böylece farkında olmadan sabah akşam sistemi yenileyip besleyen bir ideolojiyi üreten bir grup.
Bahsettiğimiz grupların ortaya attığı; ölüm oruçlarına karşı yaşam sevgisini savunan görüş haklı bir gerekçe olarak bile görünse de bu grupların sahiciliğini yitirmesinde dolayı bir toplumsal karşılığı yoktur. Ürettikleri söylemler bu şekliyle ancak kapitalist ideolojiye hizmete dönüşmüştür.
Solun sistem içine alınması, kapitalist ideolojinin sol içinde yaygınlaşması, bu grupların yarattığı deformasyonla ilgilidir. Fakat soruna hiçbir zaman buradan da bakılmamıştır. Bu tuhaflığın en önemli nedeni kendini eleştiriden muaf şekillendiren solun başkalarına dair dedikleri ile kendi arasında paralellik kuramamasına dayanır. Bu gerçeklik yitimi ve yabancılaşma genel sol hareketlerin yaşamdan kopmasının önemli nedenleridir. Bu sol ile ancak kapitalizm yeniden üretilir ve kurtuluş umudu ilelelbet burjuvazinin sandığına bağlanır.
Ölüm oruçlarının üzerinde konuşulacak çok çeşitli yanları olsa da bu yanlardan en önemlisi feda kültürüdür. Feda kültürü Mesihyen bir kültürdür. Genel dayanaklarını ruh göçüne dayalı, güneş kültünden alır. Bu kurtarıcı (Mesih) ideolojisine dayalı anlayışın temel mitlerden birisi Anka kuşu (simurg, ateş kuşu) yaşamı hep kurtarıcılık biçiminde şekillenen ve bu noktada acı çekme, perhize ve çile kültürüne dayanır. Kurtarıcı, o bedenen hep perhizle yaşayan Hz İsa’nın çektiği çilenin içinde gelir. Doğuda hakikat örümü ve direniş kültürü de bu ideolojik boyut üzerinden şekillenir. Dilsel iknanın olanakları ortadan kalkmışsa direniş hakikatin yeniden üretimi için zorunluluk halini alır.
Anadolu ve Mezopotamya ve Hindistan’ın kültürel ayağı bu güneş kültüne ve güneş kültünün biçimlendirdiği derviş kültürüne dayanır. Bu dokuyu anlayamadığımız sürece ölüm oruçlarına ilişkin değerlendirmeler yetersiz kalır. Derviş kültürünün genel arka yapısında ise bu topraklarda bin yıllardır perhiz ve çile kültürüne dayalı dünya nimetlerini reddeden bir hırka bir lokma anlayışı ile yaşayan derviş kültürü vardır. Bu yaşam biçimini görmeden bir devrimci mücadele yapmak gerçekten zordur. Devrimciliğin halk tarafından ateşten gömlek olarak algılanmasının nedeni onun kendisinde yer yer fark etmediği ve sırtında taşıdığı bu derviş kültürüdür.
Ya bu hakikati değiştireceksiniz ya da bu kültürel durum içinde halkla birlikte halka rağmen mücadelenizi yapacaksınız. Sahicilik sorununun başladığı yer burasıdır. Devrimcilik yapacaksan ya bu ateşten gömleği giyeceksin bir ateş kuşu gibi ya çekileceksin evine karşıdan yangını seyredeceksin.
Ölüm oruçları; feda, sadece yaşam ve ölüm savunusu arasındaki ilişki değildir. Burada savunulan yaşam ise daha çok nihilist veya dandy yaşamıdır. Çünkü sunulan özne, komünün öznesi bir komünist değildir. Daha çok burjuva özgürlük anlayışına dayanan dandy ve nihilist anlayışla biçimlenmiş bir öznedir.
Feda kültürü örgütlü ve organize şekilde Hasan Sabah’ın örgütlenmesi ve ideolojik boyutunda görülür. Büyük ihtimalle öncesi vardır. Platoncu devlet anlayışının farklı bir şekilde biçimlenmesi sadece Ege ve Akdeniz kıyılarındaki site devletleri ile ilgili değildir. Şehir devletlerinden artık büyük devletlere geçilmiştir. Karmati hareketine ve Hasan Sabah’a buradan bakmak lazım. Genel olarak ruh göçüne dayanır ve bu Simurg anlayışıyla şekillenir. Bu ruh göçü anlayışı ise ölürse ten ölür, ruh ölümsüzdür, der. Ten sadece bir mezardır ruha. Platon’un Doğu’dan getirdiği idealizm budur. Bu düşünsel boyut zaten yaygın bir şekilde doğuda vardır. Bir çeşit düalizme dayalı bu düşüncede, beden ile ruh sürekli çatışma halindedir. Bu çatışma halinden çileye ve perhize dayalı derviş kültürü doğar.
Bu kültürde ölüm yoktur. Ölüm ve yaşam diyalektiği üzerinden ölüm oruçlarını tartıştığınız an sorunu anlamamışsınız demektir. Oruç ile dünya nimetlerini reddetme arasındaki ilişki bu topraklarda bin yıllardır şekillenen Mesihyen ilişkidir. Bu kültür, tekil kişiyi işaret etse de, bu tekillik aynı zamanda çoğalmaya çağrıdır.
İsa’nın çarmıhı sadece bir mit değildir. Hallaç-ı Mansur’un derisinin yüzülmesi sadece bir mit değildir. Bir eylem çağrısıdır, bir yaşam çağrısıdır. Selefi İslam bu çağrının dışında şekillense de Mesihyen dinler bu çağrıya göre hareket eder. Bu yüzden tekke, kilise ve ateşgedelerinde çilehaneler vardır ve çile çekilir. Ateşgedelerinde veya Alevilikte ateşgedelerinin devamı olan ocakta veya kilise de pişme işlevi bu çileyle birlikte şekillenir. Bu çile çekildikten sonra derviş olunur. Yani ateş kuşu olunur yani yanmayan algılayamaz algılatamaz. Bestami’nin karısı eve iki domates iki biber getirmiş, Bestami fazla deyip ikisini geri atmış. Adamın biri Müslüman olacakmış Allah birdir deyip Müslüman olmak kolay demiş. Müslümanlık Bestami’nin Müslümanlığı ise bak bunu yapamam demiş.
Bizim ülke solundan radikal hareketlerin çıkışına dair 68 hareketine ve Çin Küba ve Güney Amerika devrimci hareketlerinden etkilendiklerini söyleyenler çok. Fakat Filistin’den, İran’dan, Irak’tan yani içinde yaşadığı bölgeden nasıl etkilendiğini söyleyen yok gibidir. Denizlerde, Mahirlerde ve Kaypakkaya’da yoğun bir şekilde görünen feda kültürü bu bölgenin yaratmış olduğu bir kültürdür. O süreçte Filistin’de fedai örgütleri olduğu gibi İran fedai hareketi bu bölgenin en güçlü bir direniş hareketidir. Ülke solunu da etkilemiştir. Bunu ülkemizde şekillenen kaba denge veya suni denge ideolojisini Güney Amerika’ya dayandırarak anlatan çok olsa da bizdeki halis muhlis Anadolu, Mezopotamya ve İrani kültürdür. Bir ölüm kutsamaktan daha çok bu sürecin bu feda kültürüyle aşılacağını anlatan ve ölümün olmadığı yerden bakar soruna. Sorun ölüm ve yaşam diyalektiğinin dışında ölümün olmadığı bir don değiştirme anlayışıyla bakmakta gizlidir. Bu sadece ben ölsem de diğeri devam ettirecektir algısıyla kavrayan bir ideolojik boyut olarak görmek yeterli değildir. Farkında olmadan yeniden geleceğine dayanan kurtarıcılık ideolojisinin bir biçimidir aynı zamanda.
Bu Mesihyen kültüre dair Walter Benjamin’in kültürün devamlılığı ve geçirgenliği noktasında söylediği ilginç şeyler vardır. Bunun üzerinden yeniden düşünmek ve farklı bir anlayış çıkarmak gerekiyor gibi. Benjamin’deki kurtarıcılık fikri bizi her zaman tarihin canlı yaşayan bir olgu olduğu fikriyle karşılaştıracaktır. Bizi insana ve insanlığa karşı bir bedel ödeme, insanlığı bu karanlıktan kurtarma anlayışıyla kapsayacaktır. Ne yazık ki çevirilerde Mesih olarak çevrilmiştir. Mesih ise hep İsa’yı ve genel Mezopotamya ve Anadolu’daki Mesihçi hareketlere götürecektir bizi. Doğrusu Mesih’ten daha çok kurtarıcıdır. Ölüm orucuna yatan militanların güdüsel olarak şekillendiren bir ideolojik boyuttur bu
Batıyı bilmem ama doğuda bitmeyen bir feda kültürü vardır. Ta Karmatilere, Alamut’a uzanır. Her doğan Simurg olmak için göklere kanat açar.


 
                     
                     
                    
Merhaba İsmet,
Lütfü Topal ile ilgili yazını okudum. Ben de 1984 ölüm orucunda yer alanlardan (D.Sol) biriyim. Ö.O. karşıtlarının tavrını eleştirilerinde haklısın. Fakat daha sonraki 2 ölüm orucuna ilişkin ne diyeceğini merak ettim. “Feda” üzerinde durmuşsun. IRA benzeri koşullarda (DS, TİKB, PKK) ÖO yapılmasına ilişkin eleştiriler yapılsa da bunları ciddiye almamak gerek. Ancak süreç içinde ÖO gibi bir eylemi “zafer kazanma” adı altında aklına geldikçe uygulayıp 150 insanı ölüme, yüzlercesini de w.korsakofa sürükleyen mantık ağır biçimde eleştirilmek zorunda. ‘Feda’ gerekçesiyle bu kadar çok değerli insanı ölüme sürüklemenin devrimcilikle hiçbir alakası olamaz. Bu eleştiriler (örgütlerin kendi içinde ve genelde) yeterince yapılmadığından ya da yaptırılmadığından, daha sonraları G.Yorumcular ile avukatlar ÖO ile yaşamlarından koparıldılar. Hatta bugün bile bu eylemi yapanların olduğunu duyuyoruz. Adeta bir “ÖO aşkı” yaratılacak, ÖO’larının ağırlığı ve ciddiyetine halel getirilmeye devam ediliyor.