Kil Tabletlerden Dijital Tabletlere Yazı, Kitap, Okuma

Yazı, yazının aktarılmasına aracılık eden şeyler, okumak ya da kitap; bunun insan açısından önemi, anlamı üzerine söylenen, söylenebilecek olan o kadar çok şey var ki, hepsi aslında okumanın tekil olarak insan ve tümelde toplumun ilerlemesine yönelik etkisinden ileri gelir. Geriye doğru on bin yıllar, bin yıllar öncesine bakacak olursak bilim çevreleri (antropoloji, arkeoloji, paleontoloji vs.) bir kaya parçasına, bir mağara duvarına yapılmış eski bir resim ya da insan elinden çıkmış bir işaret keşfettiğinde fazlasıyla önemli bir başarıya imza atmış olur. Böylelikle Homo Sapiens ya da Neandertal insana ait yeni buluntuların kimisi yazılı tarihi değiştirecek boyutta da olabilmektedir.

 

Yazının icadı bundan yaklaşık 5000 yıl öncesine Sümerlere dayanmaktadır. Bu eşikten sonra artık insanın ihtiyaçları dahilinde teknik kimi işlerini, kimi mesajlarını, biraz daha ötesinde ise duygu ve düşüncelerini kayda alıyor olması zamanın uygarlığı açısından devrim niteliğinde büyük bir aşamadır. Önce basit materyaller üzerine çivi yazısı (sivri taş, metal çubuk vs. ile) diye nitelendirdiğimiz yazılar, daha sonra insanın kendi üretimi olan daha yumuşak ve düz yüzeyli kil tabletlere taşındı. Harıl harıl kilden elle taşınabilir irili ufaklı tablalar oluşturuluyordu. Söz konusu üretim eğer kralların hüküm sürdüğü bir ortamda ise illaki köle emeğinden yararlanılıyordu. Kil tabletler yüzey olarak yazmayı kolaylaştırdı. Ve yine bu tabletler yazmayı zorunlu kılan haller dışında edebi ve düşünsel boyutlu metinler yazmayı, kabartma resimler yapmayı da yaygınlaştırdı. Mezopotamya’da kil toprak bulmak ve tablet yapmak kolaydı belki. Onun yanı başında gelişen Mısır Uygarlığı ise yazı için kendine Nil kıyısında bol miktarda yetişen papirüsün yapraklarını kullandı. Hazıra dağ dayanmaz ya, Nil havzasındaki uçsuz bucaksız papirüs bitkisi gittikçe azalmaya, azaldıkça daha çok kıymete biniyordu ki buradan başka diyarlara papirüs satışı yasaklanmaya başladı. Antik Yunan ve Helenistik dönemde Bergama (Pergamon Krallığı)’da papirüse alternatif olarak hayvan derisinden yapılan parşömen devreye girdi ve Antik Yunan ve Roma’da parşömen yaygınlaştı.

İskenderiye Kütüphanesi’nin MÖ III.yüzyılda Mısır kıyısı İskenderiye’de Ptolemaios Krallığı döneminde kurulduğu, 40 bin ile 400 bin arasında yazılı eseri (kil tablet, papirüs, parşömen türünden) barındırdığı ve 100’den fazla ‘bilgin’in burada çalıştığı sanılıyor. Kütüphane Doğu Roma döneminde MS IV.yüzyılda yakılmıştır. Kütüphanenin yanmasına ilişkin buluntu ve söylentilere dair tartışmalar bugün bile netlik kazanmamıştır.

Kil tabletlerin kaynakları da elbet sonsuz olmadığı gibi bir uygarlığın başka ve güçlü bir uygarlık tarafından ele geçirilmesi yazı araçları üzerinde de yenilikleri beraberinde getirmekteydi. Yazı için icat edilen her yeni malzeme biraz da kullanışlı olma, yaygın elde edilme şartlarına dayanıyordu.  Çinlilerin yüzyıllar boyunca ağaç kabuğu ve yaprakların dövülmesiyle oluşturduğu yazı tabakası dokuzuncu yüzyılda bugün kağıt dediğimiz malzemenin ortaya çıkarılmasını sağlamıştı. Asya ile Avrupa arasında keşif merakı ve ticari yolculukların arttığı bir dönemde kağıt on ikinci yüzyılda Avrupa’ya da ulaştı. Gitgide ve göreceli olarak kullanışlı, taşınması, saklanması daha kolay yazılı metinler daha çok ortaya çıktı. Ki yazı, yazının gerçekleşmesini sağlayan malzemelere sahip olmak zamanın tanrı/tanrıça kralları, padişahları hatta derebeyleri için önemli bir zenginlik ve iktidar göstergesiydi. İskenderiye Kütüphanesi[i] bunun en gelişmiş tipik bir örneğiydi. Bunun dışında Ortaçağ’ın ya da dinsel yaşam ve ideolojilerin egemen olduğu dönemlerde yazılı kaynakların toplumsal yaşamda belirleyici bir güç olan kiliselerin, tapınakların, cami ve medreselerin, tekkelerin bünyesinde toplandığını özellikle akıldan çıkarmamak gerekiyor. Yalnız bundan evvel evrenin gizlerini çözme, insanın dünya ve evren karşısındaki yerine dair çıkış aranmasının yanında demokrasi ve özgür düşünce tartışmalarının yürütüldüğü Antik Yunan ve Helenistik uygarlıklarının kent kalıntıları içinde kütüphanelerin bağımsız bir birim olarak inşa edildiğini ayrıca belirtmek gerekiyor.

Kapalı bir alanda, kabaca ebadına göre daha yüksek bir oyuğa ya da zemine dikey olarak dizilen kil tabletler konu bütünlüğünü açısından birbirini takip eden numaralar taşıyordu. Papirüsler de öyle. Ancak papirüsler aynı konuyu içeren ya da aynı kişi tarafından kaleme alınıp birçok sayfadan oluştuğunda tabakalar tek bir ruloda birleşebiliyordu. Yazı açısından kullanışlı olması yönünde parşömen, özellikle derisi daha nazik olan koyun, kuzu, dana, ceylandan elde ediliyordu. Deri, dayanıklı bir malzeme olduğu için yanlardan delikler açılarak sayfaların birbirine kabaca dikme yöntemiyle geçiriliyor olması bugünkü kitap biçiminin evirildiği noktayı işaret etmesi bakımından da önemlidir.  Anlatması ve anlaşılması kolay gibi olsa da bugünden bakıldığında çok kaba ve basit görünen bir aşamanın yüzyıllar süren bir emek ve çabanın ürünü olduğunu gözden uzak tutmamak gerekiyor. Örneğin Çinlilerin ağaç kabukları ve yapraklarını yazı malzemesi olarak kullanmalarıyla ağacı hamur haline getirip kağıt dediğimiz maddeye dönüştürmeleri arasında kabaca en az yedi yüzyıllık bir süre bulunmaktadır. Ki gelişim süreçlerindeki son atılan adımlar bir önceki aşama ve adımlardan daha hızlıdır. Çünkü bu son aşamayı sağlayan şey ezelden beri var olagelen güç ve bilgiyi içinde barındırdığı için hızlıdır. Bağlı olarak mevcut potansiyel hız da geleceğin daha hızlı olmasını tayin edecek özellikleri bağrında taşır. Kitabın elimizde olan şimdiki biçimi de elbette ki ilk biçiminin yüzyıllar boyu süren gelişimin sonucunda oldu. Elbet tüm bunları emek ve emeğe bağlı nicel/nitel süreçlerle ilişkili olarak düşünmek gerekiyor.

Bütün bunları niye? Sadece kitabın değil insan ve insan toplumu için yazılı materyallerin her zaman, her şart altında önemli olduğuna köprü atmak için. Modern makine çağında insan, kitlesel açıdan gazete ve kitapla her şeyden önce iletişim, etkileşim ve eğitim nedeniyle tanışır. Matbaanın ortaya çıkmasının kitabın yaygınlaşması noktasındaki etkisi muazzamdır. Ve kitabın toplumun geniş kesimlerinin eline geçmesi için insanın emeği ile özgürleşmesi yani toprağa, toprak ağalarına bağlılıktan kurtulması gerekti. Dünyada gelmiş geçmiş süreçleriyle damıtılmış olan bilgi, insan düşüncesinin karanlıklardan sıyrılması, araştırmalara basamak teşkil etmesi, eğitim alanının kitaplarında eğitilme için yer edindi; Felsefe, tarih, coğrafya, tabiat bilgisi, zooloji, biyoloji, kimya, mekanik-fizik gibi alanlara ayrılarak çoğaldı. Ama insan mekanik bir alet değildir. Duyguları, düşünceleri, farklı beğenileri ve yönelimleri olan bir varlıktır. Ders dışı kitaplar eğitim programına girmeyen her konuda bilgilenme, bilgi üstüne bilgi koyma, dinlenme ve eğlence de sağlayan bir araç niteliğindedir. Bilim ve teknolojik araçların gelişmesiyle kitap dışında insanın kendini eğiteceği, bilgilendireceği ve eğlendireceği başka mecralar da açılmıştır. Fotoğraf, sinema, radyo ve yakın geçmişte 20.yy’ın ortalarında ise televizyon ortaya çıkmıştır. Çağın bilgi ve teknolojik birikimi tekil olarak insana kendini farklı biçimlerde gerçekleştirmenin yolunu açmıştır.

Birbirini Bütünleyen Bilgi ve İletişim Süreci

Gerek radyo, gerek televizyonun ortaya çıkışı kitaba yönelik ilginin iyice azalacağı ya da yok olacağına dair kaygıları beraberinde getirmiştir. Aynı şekilde içinde bulunduğumuz dijital devrim süreci de benzer kaygı ve ortaya çıkardığı sonuçlarla bu yoruma tabidir. Peki yazının öncesi ve yazının sonrası da dahil öğrenme, bilgilenme ve eğlenmede devrim yaratan bir buluş, kendinden öncekileri yadsımak ya da çöpe atmak için midir?

Bir kere, kil tabletten tutalım da bu günkü biçimiyle kitap, insanlığın ortak aklı ve üretiminin bir nesnesidir. Yeni bir malzemenin icadı diğerinin etkisini, kullanımını zayıflatır ama onu ortadan kaldırmaz. Bugün kil tabletler, papirüs ve parşömen üzerindeki metinler hala bir araştırma; geçmişe ait yeni bulgulara ulaşma aracıdır. Müzelerde yer alan kil tabletler öncelikle o alanı anlama ve anlamlandırmayı iş edinmiş bilim insanlarının konusu olduğu gibi gezmek görmek açısından da az-çok her insanın olmasa da kimilerinin merak ve ilgi alanında kalmayı sürdürür. Şartlar hangi yetkinlik düzeyine ulaşırsa ulaşsın insanın üretici gücünün bir parçası olan bilim, eksi sonsuz ve artı sonsuz arasında bir yerde sürekli arayış halindedir.

İkinci bir açıdan bakılacak olursa dijitalleşmenin seviyesi gereği çevremizi kuşatan görselliğin fazlalığı kitabın bir kenara itilmesine neden değildir. Aslına bakılırsa Gelişmiş toplum ya da tikel açıdan gelişmiş insan bütün araç ve materyalleri birlikte değerlendirme anlayışında olandır. Elbet gösteri malzemeleri kendini var ederken, kendinden önceki süreçlerden yer ve zaman kapma yarışını da başlatmış olur. Yani gösteri dünyası, insanı salt kendisine yönelik olarak koşullandırma reklamını da yapar. Bu süreç fiziki özelliğiyle kitaba, dergiye, gazeteye yönelik okumayı olumsuz etkilemiştir. Özellikle bizim gibi ekonomik ve sosyal yapısı çarpık bir toplumda vaziyet böyledir. Ortada bir görme ve gösteri sarhoşluğu söz konusudur ki dijital platformlardaki sosyal medya paylaşımlarında bile birkaç satırlık metinler okunmadan, içerik anlaşılmadan alakasız yorumlarla karşılanabilmektedir. Kitap, dergi, gazete okumaktan kopuş ya da buna gereği kadar zaman ayırmamak dijitalliğin baş döndürücü dünyası içinde algıları körelttiği gibi dijital okuryazarlık konusundaki tutumlara ilişkin olumsuz sonuçları da göz önüne getirmiştir.

Türkiye’de eğitim seviyesinin yükselmesine, okuryazarlık oranının %90’ın üzerinde olmasına rağmen kitap okumada on yıllar öncesine göre daha geri bir pozisyondadır. Eğitim ya da iş/meslek edinme sürecinde önemsenen kitap okuma 30’lı, 40’lı yaşlardan sonra “artık bizden geçti” tutumuyla bir kenara atılmaktadır. Siyasal gericiliğin şemsiyesi altında toplumsal kutuplaşmanın arttığı ülkemizde, iktidara muhalif olup kendini demokrasi ve hak mücadelesi çemberinde tanımlayan kesimlerde de gündelik jargon düzenin perspektifiyle uyumlu olarak, kitap okuma açısından da önemli bir gerileme söz konusudur. Günlük konuşmada iktidarın kültürel olarak dayattığı dinsel jargon gittikçe bu kesimlerin bilincinde de yer etmiştir. Bunun altında bir başına okuma becerisini gösterememe dolayısıyla da düşünmemenin etkisi vardır.

Sonuç olarak kil tabletleri ister metin ister kitap olarak değerlendirdiğimiz yazının kullanıldığı binlerce yıl öncesi süreçten dijital tabletlerin elimizde olduğu bugüne bütün çaba dünü, bugünü ve geleceği daha iyi kavramak, öngörü geliştirmek açısından önemlidir. Kil tablet kitaba, kitap dijital tablete karşı bir cephede değildir. Her biri bir zincirin uzayıp giden halkaları niteliğindedir. Yarın bu bağlamda önümüze ne tür olanakların çıkacağını yine insanlığın bugünkü birikim ve deneyimi içinde saklı olduğunu gözden uzak tutmamak gerekiyor.

[i] İskenderiye Kütüphanesi’nin M.Ö III.yüzyılda Mısır kıyısında İskenderiye’de Ptolemaios döneminde kurulduğu ve 40 bin ile 400 bin arasında yazılı eseri (papirüs, parşömen, kil tablet) barındırdığı ve 100’den fazla ‘bilgin’in burada çalıştığı sanılıyor. Kütüphane Doğu Roma döneminde M.S IV.yüzyılda yanmıştır. Kütüphanenin yanmasına ilişkin buluntulara dair tartışmalar bugün bile netlik kazanmamıştır.

[1] İskenderiye Kütüphanesi’nin M.Ö III.yüzyılda Mısır kıyısında İskenderiye’de Ptolemaios döneminde kurulduğu ve 40 bin ile 400 bin arasında yazılı eseri (papirüs, parşömen, kil tablet) barındırdığı ve 100’den fazla ‘bilgin’in burada çalıştığı sanılıyor. Kütüphane Doğu Roma döneminde M.S IV.yüzyılda yanmıştır. Kütüphanenin yanmasına ilişkin buluntulara dair tartışmalar bugün bile netlik kazanmamıştır.

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin son sayısı MayaDergi On Üç şimdi yayında
This is default text for notification bar