Devrimci sanatın teknolojik gelişmenin sanat üzerindeki etkilerini iyi okuması, sınıf için sanat anlayışına uygun eserler verirken artık akışın yönünün değiştirilemeyeceğinin farkında olması gerekir. Bu zorunluluk eleştirel bir yaklaşımı öne çıkarırken zamanın ruhunu doğru okumayı da beraberinde getireceğinden Marksizm’in verili koşulları çözümleme yöntemleri her zamanki gibi güncelliğini korumaktadır.
MayaDergi’nin dosya konusu olan makine ve insan ilişkisi başlık olarak düşünüldüğünde geniş bir alanı kapsarken biz bunu biraz daha daraltarak görünür kılmak için teknoloji ve bilimsel gelişmenin insan hayatına dolayısıyla sanatsal yaratma süreçlerine etkisi olarak ele almaya gayret edeceğiz. Hızlı değişimin sınıfa ve sanata olumlu ve olumsuz etkilerini mercek altına alarak çağın gerçeklerini uygun bir çözümlemeyi önceleyen bir perspektif sunma gayreti içinde olacağız.
Sınırlarını çizdiğimiz konu üzerinden ilerleyerek durumu mercek altına aldığımızda, anlatılmak isteneni daha görünür kılacak okuyucunun kafasındaki soruları yanıtlayacak örneklerle bir çerçeve çizmeye çalışacağız. Bu noktada insanlaşma mücadelesinin tarihsel gelişim basamaklarından bahsetmeden teknolojinin insan yaşamı üzerindeki etkilerini ele almakla işe başlayalım. Çünkü konuyu tarihsel bağlamına doğru şekilde oturtarak alt başmaklarını bilimsel bir bakış açısıyla ele almak durumundayız. Bağlamından koparılmış her olgu ulaşmak istediğimiz sonuçlar yerine bizi farklı mecralara ulaştırıyor.
Mağaralarda, ırmak boylarında yaşadığı varsayılan ilk insan, tarihsel süreçte, alet yapacak biyolojik evrime öyle kolay ulaşmamıştır. İnsanımsılardan insana devam eden yolculukta milyonlarca yılın geçmesi gerekmiştir. Yeni arkeolojik bulgular hominidlere özgü olduğu varsayılan elin anatomik yapısındaki değişimleri 3 milyar yıl öncesine kadar taşımıştır. Arkeolojik araştırmaların devinim kazandığı çağımızda, eskiden inanılan bilgilerin hızla değiştiğini, tarihsel gerçekliklerin verili bilgilerle yeniden yorumlandığını görürüz. Yeni bulgu ve kanıtlar insanlığın karanlık çağlarına ilişkin pek çok bilgiyi gelecekte muamma olmaktan çıkaracak, yeni araştırmaların ışığında, gerçekler gün yüzüne çıkmaya devam edecektir.
“Araştırmacılar önce şempanzelerin ve insanların el kemiklerindeki trabeküler yapıyı inceledi ve ikisinin arasında çok büyük farklar olduğunu gördü. Modern insanlarda görülen, bir objeyi başparmak ile diğer parmaklar arasında keskinlik ile kavrayabilme özelliği şempanzelerde kesinlikle yoktu. Bu kavrayabilme özelliği, alet yapabilmek ve alet kullanabilmek için gerekiyor. Aynı kavrayabilme özelliği Neandertal gibi insansılar ve insanın atalarında da görülüyor.”(1)
Alet yapmak insanlaşma macerasında günümüze kadar ulaşan teknolojik devrimin başlangıcı olarak kabul edilir. Evrim sürecinde insanın baş parmağı ile beşinci parmak olan serçe parmağını birleştirebilme yetisini kazanmasının tarihsel önemini vurgulamak gerekir. Bu noktada alet yapma becerisinin kazanılmasını sanatın başlangıcı olarak da kabul etmek doğru olacaktır. Çünkü alet yapabilecek yetiye sahip elin evrimi döneme özgü sanatsal faaliyetleri de başlatacaktır. Mağara duvarlarındaki resimlerin bu becerinin kazanılmasıyla birlikte eş zamanlı olarak başladığını düşünmek gerekir. Kaya sanatı dediğimiz mağara sanatının gelişimini izlediğimizde bile insanın evriminin resim sanatına yansımalarını görebiliriz. İlk başlardaki kaba şekiller ve figürlerin yerini zamanla daha gelişmiş tasvirler ve yontular almaya başlamıştır.
“Mağaradaki en eski kaya sanatı, kırmızı pigmentle oluşturulmuş noktalar, parmak uçları ve el şablonları gibi soyut işaretlerden oluşurken, daha sonraki sanat eserlerinde hayvanlar gibi figüratif resimler tasvir edilmiş.”(2)
İnsanın alet yapmaya başlaması, beyin hacminin büyümesiyle doğru orantılıdır. Eldeki verilere göre ilk aleti yaptığı varsayılan Homo Habilis’tir. Onun 600 cm3’e ulaşan beyin hacmi araç yapıp kullanmasıyla bağlantılıdır. Bu sırasıyla Homoerectus, beyin hacmi 900 cm3’e, Homosapiens’te 1400 cm3’ çıkmıştır. Elle beyin koordinasyonu geliştikçe sanatsal tasarımların estetik boyutu gözetilir hâle gelerek daha gelişmiş beceriler gerektiren eserler verilmeye başlanmıştır.
Amaca uygun ilk av aletlerini tasarlamak soyutlama yeteneğini de gerektirdiğinden deneme yanılma yoluyla kazanılan tecrübelerin bir sonraki kuşağa aktarılması da insanın sosyalleşmesi yani topluluklar hâlinde yaşayarak kültürel kodları sahiplenmesiyle alakalı bir özellik olarak değerlendirilmesi gerekir. İster yaşam becerileri ister kültür sanat becerilerinin kendinden sonraki kuşaklara ya da farklı kültürlere taşınması eğitsel kazanımların sürece dahil edilmesini de gerektirmişti.
Teknoloji kelimesinin kökensel anlamına bakarsak yunanca “techne” kelimesinden geldiğini görürüz. İlk çağlardan bu yana teknoloji ve sanatı içerecek şekilde daha geniş bir anlam ölçeğinde kullanılmıştır. Teknoloji ve sanatın sanat nasıl ilişkilendiği bunu ortaya koyan etkenlerin ne olduğunun belirlenmesi gerekir. Sanatçı eserlerini yaratırken teknolojiyi kullanması ve bu kullanımının eser-sanatçı ilişkisi bakımından yaratıcılığına katkısı nelerdir belirlenmesi zorunludur.
Teknoloji insanın doğayı, dönüştürme arzusundan ortaya çıkan sürekli devinim hâlindeki karmaşık bir süreçtir. Aynı şekilde sanat bu amaca yönelik benzer amaçlar taşır ve motivasyon sağlayıcı olarak görev görür. Sanat da insanın doğayı kavrama, dönüştürme çabasında onu anlamlandırma yolculuğudur.
Bu nedenle sanat doğal olarak teknolojik gelişmelerle her koşulda üst düzeyde etkileşim hâlindedir. Sanatçının zanaatçıdan ayrılması, tasarımsal bilinci harekete geçirerek el becerilerinin dışında sanatsal yaratım süreçlerini öznelleştirerek yaratıcılığını ortaya koymasıyla gerçekleşmiştir. Kendine özgülük yaratıcı beynin insanlığa sunduğu en büyük zenginliktir.
Günümüzde; dijitalleşmenin sanata ve sanatçıya olumlu olumsuz özellikleri bir arada sunduğunu görürüz. Bu konuda bilincin açığa çıkması yaratıcı süreçlerin insana ait varoluşsal özelliklerin harmanlanmasıyla tekdüzeliğe düşmemiş gerçekçi bir sanatın görünür olmasıyla mümkündür.
Ne yazık ki insanlık bu çağın bir laneti olarak makinelerin bir uzvuna onunla bütünleşik bir arayüz tekrarına dönüşmek üzere maniple edilmiştir. Gerçeklik algısının kırılmasına olanak sağlayan, gösteri dünyası, Netflix, Amazon vb. platformlar, sanal oyunlar, kumar ve sanal seks, en kötüsü elimizde taşıdığımız bağımlılık yaratan cep telefonları hepsi buna hizmet eder hâle gelmiştir.
Makine teknolojisini fiber internet ağlarıyla yereli yok edip birbiriyle benzeştirirken aynılaşma dünyanın her yerinde tüketime dönük gereksinimlerin tetiklenmesini doğurur. Sanatı meta hâline getiren piyasa işleyişi sanatçıyı bu metanın esiri hâline getirmiştir. Marks, kapitalizmi otopsi masasına yatırdığı baş yapıtı Kapital’de makineleşmenin işçi sınıfı üzerindeki etkilerine uzun bir bölüm ayırmıştır. Üretimdeki değişim ve dönüşümün analizinin yapıldığı bu çalışmada sınıf temelli çözümlemeler içeren bir çerçeve çizilmiştir.
Makineleşmenin doğurduğu işsizler ordusu, emek arzını arttırdığından ücretleri düşürmüştür. Hızlı makineleşme çalışma sürelerini azaltmak şöyle dursun kadınları ve küçük yaştaki çocukları kapitalizmin derin sömürüsüne maruz bırakmıştır. En büyük etki uzmanlık isteyen işlerin makineler tarafından yapılarak işçilerin vasıfsız hâle getirildiği üretim süreçlerinin planlanmasıdır. Kapitalistler arası pazar rekabeti hem kaynakları hem de insanları acımasızca tüketmeye devam edecek ilk anlardaki sürekli yükseliş sonraki çöküşlerle bir kısır döngü buhran ve savaş olarak sürecektir.
Teknolojinin gelişmesi bu alana ayrılan ödenekleri arttırdığından kapitalistler arası rekabet hızla devam etmektedir. Boyutları kestirilemeyen baş döndürücü hızda sürekli eskiyen teknolojilerin yerine yenilerini koymak bir dizi maliyeti göğüslenmesini gerektirir. Piyasaya sürülen ürünlerin eskime(model) aralığı düştüğünden elden geldiğince yeni teknolojiden kısa sürede maksimum düzeyde faydalanmak rekabetçi ortam için zorunluluktur. Rekabetin olduğu yerde emeğin ücretinin sınıf açısından ilk kısılacak şeyler listesinde en başta tutturulmuş olması hep bu sebepledir.
Kentlerden bağımsız yerlerde kurulan teknoloji merkezlerindeki üretim üslerinde çağımızın en katmerli sömürü düzeninin gerçekleşiyor olması toplumda yaratılan tüketim çılgınlığının doyurulmasına dayalı eski-yeni teknoloji değişim hızının sınıf ve emek üzerindeki tezahürüdür. Reklam sektörünün tüketim toplumuna sunduğu katkılar teknoloji yarışında pazar kapma kavgasını şiddetlendirmiştir.
Marksizm, hangi biçimde olursa olsun emek sömürüsüne dayalı sistemin karşıtını yaratacağını diyalektik olarak imler. Fakat günümüzün tek kutuplu dünyasında yaratılan karşıtlığın ABD’deki sokak eylemlerinde olduğu gibi spontane ve örgütsüz olarak başlayıp genellikle yağma hareketine dönüştükten sonra sönümlendiğini görürüz. Yine Avrupa’nın farklı metropollerinde zaman zaman gördüğümüz şiddetli göçmen kalkışmalarını da bu kategoride değerlendirmek mümkündür. Sıcak bir gelişme olan Nepal’deki eylemlerde başbakanı istifaya zorlayan Z Kuşağı protestoları çok konuşulacağa benzer. Sokak çatışmalarının sıcaklığı sürerken protestoların nereye evrileceğini kestirmek zor değil.
“Çok sayıda sözde komünist parti var, ancak bunlardan herhangi biri iktidara geldiğinde sadece kapitalizmi ve egemen sınıfın gerektirdiği kemer sıkmayı yöneldiler. Ayrıca, tıpkı müesses nizamın geri kalanı gibi, kendi ‘nepo bebekleri’ var. Maoist Merkez partisinin lideri Pushpa Kamal Dahal’ın torunu, geçtiğimiz günlerde olağanüstü görkemli bir düğün yaptığı için Nepalli işçilerin ve gençlerin öfkesini çekti. Tüm bunlar onları kitlelerin gözünde itibarsızlaştırdı.”(3)
Kitleleri doğru hedefe kanalize edecek, doğru bir perspektif sunacak, yapıların son yıllarda neoliberal politikalarının fazla etkisinde kalarak devrimci özünü kaybettiğini söylemeliyiz. Batı dünyasında ya da dünyanın herhangi bir yerinde kapitalizmin çizdiği demokrasicilik parkının sınırlarında, kitleleri avutmaya ve çekilen acıları katlanır kılmaya çalışan pek sol görünümlü çok yapı var. Bunların hepsi patronların hizmetine koşturmak için fonlandıkları çizginin önünde hizalanıyor.
Günümüzde otomasyon ve yapay zekâ destekli yazılımlar, robot teknolojilerine yatırım yapılmış olması işçi başlığı altındaki giderlerin daha da kısılmak istenmesindendir. Patronların düşündüğü dünyada işçi sınıfının örgütlülüğü, sosyal hakların kırıntılarının bile ortadan kaldırılabilmesi için yapılan cüretkâr hamleler, teknolojik devrimin çıktılarının bir sonucudur.
Teknoloji, fabrikasyon üretimini nasıl arttırıp dünyanın her zerresindeki insana ulaştırıyorsa teknolojik gelişmeler sanatın hem üretim hızını arttırır hem de kitlerle temasını kolaylaştırır. Dünyanın herhangi bir yerindeki üretim kitle iletişim araçlarıyla dijital dünyanın olanaklı kıldığı gelişmişlik düzeyine bağlı olarak her alana kolayca taşınır, en küçük kılcal damarlara kadar ulaştırılır. Çölün ortacında hiç umulmadık bir mekânda; “Coca cola” tabelasını nasıl görüyorsak, bir ressamın eserlerinden oluşan bir sergiyi herhangi bir yerde görebiliriz.
Yeryüzünü üretilen emtia nasıl sınırları aşıp serbestçe dolaşıyorsa yine aynı yollardan geçen sanatsal üretim de alımlayıcıya doğrudan ulaştırılır. Bu bir anlamda sanatçı ile alımlayıcı arasındaki teması kolaylaştırırken bir yandan da aynı benzer içeriklerin bireyi dumura uğrattığı bir hafızasızlık, an’sızlık sanrısındaki gerçek-hakikat çatışmasına yol açabilir.
Sanal gerçeklik, bilgisayar destekli yazılımlar tarafından üretilen simülasyonda, özneyi ona gerçeklik hissi verecek bir şekilde üretilmiş yapay ortamlarda yaşatmak ve orada tutmak için kurgulanmış teknolojilerin sonucudur. Bu teknolojik gelişmeler sayesinde artık kullanıcıları görsel, işitsel, dokunsal uyaranlarla destekleyerek istenilen duyuşsal alana hapsetmek mümkün olmaktadır. İstenilen sınırlara hapsetmek derken bunu sınırsızlık ve özgürlük kavramlarının yarattığı muazzam etkiyle gerçekleştirdiğini de belirtmeden geçmek olmaz. Çünkü kapitalizmin işini boşalttığı kavramlarla onu tersine çevirdiğini sonra da büyük bir şatafatla dolaşıma sunduğunu görüyoruz.
Teknolojik değişimin, sanal gerçekliği, yaşamın her alanında günlük aktivitelerin en önemli öğesi hâline getirdiğini gözlemiyoruz. Kullanıcıların gerçek dışı bir dünyanın sanal sınırlarında, gezinerek ve birbiriyle makineler üzerinden etkileşime girerek sosyalleştiği fiziksel duyularla gerçeklik dışı simülasyon deneyimleri yaşadığı zamanlardayız. Böylelikle dumura uğrattığı toplumsal dokuda, hafızasız dijital köleliği yaygınlaştırarak içe dönüklüğün kalıcı hâle getirildiği ortada. Sanal algının postmodern saiklerle son zamanlarda; farklı sanat dallarında pazarlama teknikleriyle desteklenen sergi, müzayede, bienal vb. etkinliklerle bir piyasa yaratma çılgınlığına dönüştürüldü. Özellikle sponsorluk adı altında sermaye gruplarının fonlarıyla desteklediği sanatçılar/sanatçı grupları öne çıkarılarak eserleri piyasada hızla dolaşıma sokuldu.
İtalyan heykel sanatçısı Maurizio Cattelan’ın “duvara bantlanmış muz” ya da “Komedyen” adını verdiği eseri New York’taki Sotheby’s Müzayede Evi’nde satışa çıkarıldı. Ulusal medyamızın da günlerce dilinden düşürmediği çalışma, açık artırmada bir kripto para platformunun kurucusu Justin Sun tarafından 6,24 milyon dolara satın alındı. İşin ilginç kısmı kriptocu Sun, bu alışverişle kendisine duvara muzu bantlama ve ona “Komedyen” deme yetkisi veren bir orijinallik sertifikasını mülkiyetine geçirmiş oldu. Çoğumuzca ilk bakışta saçmalık olarak nitelendirilen bu tür şeyler, aslında gerçeklik algısının kırılmasına yönelik programlı planlı olağanüstü bir çabadan kaynaklanmaktadır. Hafızasız toplum yaratmanın en kolay yollarından biri toplumu an’sızlık duygusuyla gerçeklik algısını kırarak bu tür saçma sapan şeylerin şok edici etkisine maruz bırakmaktır.
Egemenlerin tam da isteği bu ansız, sanal gerçekliğin sunduğu, hafızasız varoluş hâli postmodern sanatın piyasadaki dolaşımının üst düzeyde desteklenmesiyle neoliberal politikaların uygulanacağı bütün karşı koymalardan arındırılmış dikensiz bir gül bahçesine çevirmedeki ustalıkla gerçekleşti, gerçekleşiyor.
Günümüzde; Adobe Creative Cloud, Adobe inDesign veya Photoshop, 3 DS Max, Procreate, Canva vb. yazılımlar sanatçıları yaratım süreçlerinde destekleyici, kolaylaştırıcı olanaklar sunmuştur. Bu programlar profesyonel kullanıcılar için ücretli gelişmiş özelliklerini satarken sıradan kullanıcılar için de ücretsiz abonelik seçeneklerin bulunması günlük hayatta kullanımı arttırmıştır.
Bilgisayarların gelişmesiyle, yazılımsal destek programları çeşitlenerek kullanıcıların tasarımsal ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde piyasaya girmiştir. Özellikle Adobe’nin 2005 ten beri geliştirdiği yazılımlar hızlı web’in ilk örnekleri ve uygulama arayüzleri geliştirerek web tasarımcılarının işlerini kolaylaştırmaktadır.
Günümüzün popüler uygulamalarından biri olan ChatGPT; ABD’de OpenAI tarafından geliştirilmiş, yapay zekâya dayalı bir sohbet robotudur. ChatGPT, daha önce OpenAI tarafından piyasaya sunulan doğal bir dil işleme modeli olan GPT-3.5 öncülünden yola çıkılarak geliştirilmiştir. ChatGPT kendisine sorulan sorulara internet altyapısını tarayarak ihtiyaca yönelik insan gibi cevaplar verebilmektedir.
ChatGPT, verilen komutlara uygun istenilen özellikleri taşıyan metinler oluşturabilir, farklı programlama dillerinde programlar yazabilir ve istediğiniz tasarımsal işlemler konusunda çıktılar oluşturarak işinizi kolaylaştırabilir. Doğru kullanıldığında bir anlamda kullanıcılara zaman kazandırması yönünden çok seçenekli destekleyici özellikler taşır. Ama bütün komutları yapay zekaya bırakan birinin ortaya koyduğu şeylerin sanata bir özellik göstermeyeceği de ortadadır.
Zamandan tasarruf ve geleneksel yaratım süreçlerinin dışında sanatçıyı farklı bir pozisyon alması anlamına gelen bu yazılımlara ait yapay zekâ destekli versiyonlarının, disiplinler arası kullanıma sunduğu olanaklarla resim, müzik gibi alanlarda da farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Çağın algısal kavrayışına denk düşen yeni sanatsal yönelimler, çoğu zaman tartışmalı sonuçlara yol açmış olsa da son yıllarda yaygınlaştığını görmekteyiz. Burada ana sorun yapay zekanın verilerinin yaratıcı süreçleri geliştirip geliştirmeyeceğidir. Verili olanı, aynen alıp kullandığında telif sorunları da ortaya çıkacaktır. Çünkü kültürel havuzdan çekilerek kullanıcıya sunulanlar önceki sanatçıların yaratımlarına ilişkin derlenmiş bilgilerdir.
Bu tartışmaların kesilmeden süreceği kesinken geleneksel üretim metotlarına sanatçıların dönüşlerinin artık zor hatta imkânsız olduğu görülüyor. Anonim birikimin üzerine sanatçının koyacağı bir tuğla yoksa bu artık bizi bir zanaatçı ve ürünleriyle karşı karşıya bırakacak demektir. Zanaat-sanat arasındaki ince farkın zamanla kapanmaya başladığı zamanların arifesinde olduğumuz kesin. Yapay zekâ destekli tasarım çalışmalarının AI Data Sculpture ve AI Art gibi yeni programlarla kullanım alanını genişlettiğini söyleyelim.
“AI Art, yapay zekanın yaratıcı faaliyet alanı bir sanat formülüdür. Bu alanda yapay zekâ yarışmaları, resim, heykel, müzik ve diğer sanat formlarını oluşturmak veya bu yaratımların bir araya getirilmesi için kullanılır. AI Art, sanatçıların ürünlerini oluşturmak için geleneksel tekniklerin yanı sıra yapay zekâ teknolojilerini de kullanmalarını içerir.”(4)
Devrimci sanatın teknolojik gelişmenin sanat üzerindeki etkilerini iyi okuması, sınıf için sanat anlayışına uygun eserler verirken artık akışın yönünün değiştirilemeyeceğinin farkında olması gerekir. Bu zorunluluk eleştirel bir yaklaşımı öne çıkarırken zamanın ruhunu doğru okumayı da beraberinde getireceğinden Marksizm’in verili koşulları çözümleme yöntemleri her zamanki gibi güncelliğini korumaktadır. Ne yapılacaksa yine ana okumlar üzerinden yapılacak ve hayata geçirilecektir.
Yapay zekâ destekli yazılımlar doğası gereği her zaman “an”ın öncesindeki birikimleri kodlayacağından bu yazılımların üretme süreçlerini kolaylaştırıcı ve sanatçının deneysel çalışmalarını destekleyici özellikler taşıyacağı gerçektir. Bununla birlikte sadece bu yazılımların insafına bırakılmış yaratımların artık sanat eseri olmayacağı açıktır.
Sağlam ideolojik alt yapısı olmayan öznenin teknolojiye bağımlı, kendinde başlayıp kendinde biten bir kimlik portresi çizmesi olasılıklar arasındadır. Öznenin yaratıcılığını kışkırtan teknoloji kullanımı elbette ki sanata-sanatçıya yeni ufuklar yeni kapılar açacaktır. Önemli olan teknolojiye ait bir farkındalığın sanatçıyı, yaratım süreçlerinde kışkırtarak motive etmesidir. Yoksa birey; teknoloji/yoğun kullanımla onun esiri hâline gelerek vasatı sanat diye sunacaktır. Sanatçı, kokuşmuş kapitalizmin çöp dağlarına yenilerini eklemekten başka bir şey etmeyecektir.
Dijital sanatın geldiği nokta şaşırtıcı gelebilir, üretim süreçlerinde farklı algoritmaların kullanılması şimdiye kadar alışık olmadığımız ya da bizim son yıllarda fazlasıyla deneyimlediğimiz sanatsal yaratım süreçleriyle bizi yüz yüze bırakır. Altyapısı bu değişime uygun olmayanların büyük şaşkınlıkla izlediği, oysa çağımızın baş döndürücü hızına kuşkuyla bakanların bile kayıtsız kalamadığı yenilikler, geleneksel üretim biçimlerini sarsmıştır. Sanayide başlayan teknolojik değişim ve dönüşümler yaşamın bütün alanlarında kendi karşıtlığını her koşulda yeniden üretmektedir.
Yenilikçi uygulamaların niteliğinin yine sanatçının birikim ve algı düzeyinin gelişmişliği ile orantılı olacağını ifade etmek gerekir. Sonuç olarak ya özgünlüğünü korursun ya da popüler kültürün çizdiği sınırlar içinde aynı üretim bandından çıkmış ürünleri, sanat adı altında kitlelere pazarlama telaşına düşen sürüye gönüllü katılmış olursun.
Teknolojik gelişme, kolaylaştırıcı gibi dursa da aynı ürünün tekrarlarını doğurma risklerini de beraberinde getirir. Tam bu noktada nicelik devreye gireceğinden nitelik göz ardı edilerek sanatsal üretim bir nevi pazar baskısıyla ortaya çıkan tıpkısı ürünler, sanatı tam özünden sakatlanmış olur.
Yine dijital destekli sanat çalışmalarında artık yaratıcı süreçler eskisi gibi el becerileriyle desteklenmeyeceğinden geleneksel olanın dışına çıkılacak sanatçı adaylarının artık çağın özelliklerine uygun dijital dünyanın gerektirdiği bilgiyle donanmaları zorunlu hâle gelecektir. Bu da eski-yeni çatışmasının zaten her devirde görülen özelliklerini bir başka biçimde günümüze taşıyacaktır.
Makinenin sanatsal üretimde, insanın yeri alma ihtimaline karşı baştan beri sanatçıların ayak diremesi normaldir. Çünkü sanatçı kendini yaratımıyla değerli kılan biricik özne olarak kabul eder. Makineyle yer değiştireceğini yanlış bir algıdan yola çıkarak kabul etmek istemeyebilir.
Çünkü makineler, insanların bilişsel düzeylerini etkilemiş insani olan ne varsa parçalayarak özneyi kaotik bir denizde sürüklenmeye zorlamıştır. Parçalanmışlık bölünmüşlük sanatçıyı ve sanatı içe dönüklük bağlamında belirsiz imgeler denizine hapsedecektir. Kuşatma zorludur. Dijital hapishaneler artık cam fanusların içinde görünmezlik zırhını kırmamıza engeldir.
Bizim görevimiz yukarıda da belirttiğimiz gibi kaos düzeninde, taşları yerli yerine oturtarak, insan kişiliğini sıradanlaştıran neoliberalizmin sanattaki olumsuz etkilerini göğüslemektir.
Teknolojik devrimi geri döndürme gibi aptalca bir durum olamayacağına göre bunu sınıfın devrim mücadelesinde, bir olanak olarak değerlendirmek ve devrimci bir özüne kavuşturmak gerekir.
- https://arkeofili.com/insan-elinin-ozellikleri-insandan-once-ortaya-cikmis/
- https://arkeofili.com/bu-magara-neandertaller-ve-sapiens-icin-sanat-studyosuydu/
- https://www.evrensel.net/haber/570735/nepalde-kitleler-yasagi-asti-hukumet-devirdi-simdi-duzeni-kim-tesis-edecek
- https://medium.com/@ayhanbzkrt/ai-data-sculpture-yapay-zekaveri-heykeli-ae526c057e13

