Cihan Ezer Son Derviş

“avucumun içinde çığrışan bir kırlangıç vardır;

yuva yapmış yılanlar içimde —

ey kumdan kale!..

 

şiir bitti:

şairlerin şahı olsam ne…

köfte ekmek yiyesim var, kardeşlerde.”

Uzun olur ayrılıkların temrini, kitabındaki küller ve kırlangıç şiiri bu dizelerde biter. Şiirin uzun yolculuğu birden bizi somut hayat içine atar.  Zaten nedir şiir sözcüklerle yaşamı değiştirmeye çağrı değil mi? Bu somut olan olgu neden gözümüzden kaçar. Şiiri ulvilik yüklenirken çoğu kereler onun toplumsal görevi dışarı atılır. Fakat burada başka bir olgu ile karşılaşırız. Günümüz şairinde görünmeyen mütevazilik. Şişik egolarla yaşayan şairler ve şiirlerinde de bu ego üzerine kurar. Böylece şiir ile toplum arasındaki bağı kopartırlar. Oysa Anadolu şiir geleneğinin arkasında 8. Yüzyılla başlayan derviş akımlarının başlattığı bu bir hırka bir lokma diyen ve egonun öne çıkmasını engelleyen bu mütevaziliğe dayanan şiir vardır. Şiir bir otorite kurmanın veya dilenmenin aracı değil, sıradan bir insanın kendi sesini duyurmanın aracıdır.

Derviş hırkasını giymek zordur. Cihan Ezer’in şiiri ise bu hırkayı giymekle başlar. 21. Yüzyıl’la birlikte üstü örtülmüş ta köken olarak Baba Tahir Üryan ile başlayan geçmiş şiir sanatı yeniden yola koyulur. O bir üryan giyilmiş Çavlakiye dervişidir. Toplum ile bağı hiçbir çıkar gütmeden kurmaya çalışan ve merkeze sadece insanı ilişkiler içinde biçimlenen sanatı koyan bir derviş.

“hurûfî eyle:

çorak toprakta sürüklesin beni

rûz-i gâr.”

Bu derviş kültürüne dayalı tasavvuf edebiyatında perhiz kültürü dünya nimetlerini red etme noktasında başlar. Sözün gücü bu iktidar olanaklarına karşı olduğu noktada başlar. Fakat divan edebiyatı daha çok saraya bağlı sarayın ideolojik boyutu içinde şekillenen bir kulluk ve methiyeler şiiridir. 15 ve 16 Yüzyılla bu derviş kültürü kontrol alınmaya çalışılmış ve saray bürokrasine dayalı bir divan edebiyatı biçimlenmiştir. 8. Yüzyılla başlayan ve köken olarak köle isyanlarına, Karmati’lere, Babek’lere, Ebu Müslüm Horasan’a dayanan bu savaşım bu derviş kültürünü de biçimlendirmiştir. Özgür bir şekilde Anadolu ve Mezepotamya’da eşitlik kültürünü yaymaya çalışan bu derviş dialar iktidar olanaklarının karşısında durarak halkla kaynaşarak güçlü bir derviş kültürü yaratmıştır. Cihan Ezer’in şiiri bu noktada başlar. Bu anlamda bir Celali’nin geleneği vardır. O özgür derviş hareketinin oluşturduğu şiir sanatının günümüzde yeniden biçimlenmesine dayanır.

Sözün gücü onun sorgulanma alanıyla ve bu alanın uzamıyla ilgilidir. Bu geniş alanda biçimin yeniden oluşturulması gerçekten zordur. An’sal paradigma içinde kalan söz bir mekana sıkışır ve gücünü yitirir. Günümüz şiirinin yaşadığı büyük sorun budur. Sözün gücünü bir alan içine sıkıştırmış ve bu alan içinde şekillenen iktidar olanaklarına hapsolmuştur. Günümüzde şiir sanatı adına dayatılan bu mekan içinde şekillenen bu dar ve kapitalizmin yeniden üretimine dayanan şiir sanatıdır. Şiirin bu anlamda tarihsel bir sorun olduğu unutulur. Bunun yanında sanat eylemi ile sınıfsal mücadele arasındaki çizgide amorflaşır. Cihan Ezer şiiri bu an’sal paradigma içinde kalan şiirin dışına çıkmış şiirin tarihsel misyonunu ve sınıf savaşı içindeki yerini gösterir bize.

Cihan Ezer’in şiirindeki sözcük seçimine buradan bakmak lazım. Onun sözcük havuzu bilinen söylenen anlamda Türkçe dil geleneği dışında şekillenir. Dil günümüz bir alana ve mekana sıkışmış dokusundan kurtulur ve yeniden üretilir. Bu ise geçmişin derviş kültürüne dayanan onların oluşturduğu şiiri yeni bir şekilde oluşturmaya dayanır. Hem günümüz şiirini gören hem geleneksel şiir sanatı içinde divanla derviş kültürü arasındaki çizgiyi ve sınıf savaşımını gören yerde. Bu yüzden bize yabancı gibi gelen sözcük seçimleri aslında hiç yabancı gelmemesi lazımdır. Çünkü bu havuz yüzyıllardır bu topraklarda yaşayan halkların kullandığı havuz içinde konumlanır. Bu saf Türkçe anlayıştan kopmak gerçekten önemlidir. Türkçe dilbilgisi kuralları içinde biçimlenen bu şiir derviş kültürüne dayalı sözcük havuzu içinde biçimlenir. Bana bile yer yer yabancı gelse de, aşılacak ve kendini var edecek bir şiir olarak görüyorum.

Bunun yanında şiir ve mitoloji arasındaki kurulan bağın yeniden üretimine dayanır Cihan Ezer’in şiiri. Burada güzel olan tek bir mitolojiden bakmaz. Bu anlamda Batı mitolojisinin yarattığı albeni dünyada tek mitoloji buymuş algısı yaratırken, Cihan Ezer bunun dışına çıkar. Şiiri doğu ve batı mitolojisinin yeniden üretimine dayanır. Ne doğuyu yatsır ne batıyı.  Bu anlamda mitoloji üzerinde ırkçılığa dayalı milliyetçi güdüleri sorgular ve doğu ile batı birliği içinde tek bir mitoloji ile karşı karşıya bırakır bizi.

“—viva la diyalektia

 

nereye gidersen git, gökyüzü aynı gökyüzü…

nereye gidersen git, yürek hep aynı yürek…

nereye gidersen git, ufukla ufuk arasında

ins cin tabiat avuntusunda miadın, viva la diyalektia!

 

ve hangi kabileden gelirse gelsin;

yün eğirir analar, oğullarıyla kızlarına.

ne siyah eski siyah, ne beyaz eski beyaz;

biraz Ahura Mazda, çokça Ehrimen, bıçak izi

ve Titanların uğultusu kulaklarda.

 

ey güneşin sahibi, Yezdan!

değil mi ki zaten yürek bin bir parça?

çoğa kıt kanaat aza letafet,

ağır ağır yüze düşen yeryüzü atlasında.

 

sevincin kudretiyle uzat ellerini,

gökkuşağına.

 

istersen tütsü yak… istersen remil aç…

çoban ateşinde dirilmektir yaşamak!

olmadı mı?

gömün beni Herakleitos‘un ayakları dibine;

nasılsa şiirlerim iz bırakır, ardında…”

Önerilen makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

MayaDergi'nin son sayısı MayaDergi On Üç şimdi yayında
This is default text for notification bar