Şair yazar mahallesinden genç bir arkadaşımız İsmail Afacan “Sıcak Demir” başlıklı bir kitap yayımlamış. Kitabı Everest basmış.
Buraya kadar bir sorun gözükmüyor. Bozacının şahidi şıracı…
Kitapla ilgili röportajı yapan Hakan Güngör girişte şu açıklamayı yapıyor:
“2020 yılı olmalı, İsmail Afacan yeni bir kitap projesinden bahsetti. Türkiye’nin şiir tarihine bütüncül bir bakış açısı sunacak, şiiri siyasal ve toplumsal perspektifle ele alacak hem şiirin siyasal iktidarla ilişkisini hem de akımların birbiriyle itişmesini inceleyecekti. Dahası bunu araştırmacıların ve şairlerin tanıklığıyla yapacaktı”
Bir “proje” olarak yazacağı kitapta şiirin tarihine bütüncül bir bakış açısı sunacak ve şiiri siyasal toplumsal bir perspektifle ele alacak olan Afacan kendisiyle yapılan röportajda manifestolar döneminin bittiğini söylüyor ve bu burjuva iddianın geçtiği röportajı sol gelenekte olduğu iddiasını taşıyan Evrensel yayımlıyor.
“Evrensel” konusuna sonra döneceğim ama öncelikle Afacan boyunu aşan ve gerçeği yansıtmayan bu kanıya nereden varıyor sorusunu sormak istiyorum?
Son 4 yıl içerisinde farklı edebiyat sanat çevrelerince yayımlanmış en azından üç manifesto var.
2021 yılında Barbarları Beklerken Sanat Kolektifi dokuz maddeden oluşan manifesto niteliğindeki ilkelerini kamuoyuna sundu. Manifesto “Evrensel” dahil birçok mecrada yayımlandı.
2022’de Maya Kolektif “Devrimci Gerçekçilik” manifestosunu yayımladı. “Devrimci Gerçekçilik” manifestosuna yüzlerce imza desteği geldi. Hem manifesto hem imzalar basında, sosyal medyada – aldı. Ayrıca bu manifestonun düşünsel estetik içeriğine içkin üç yıldan bu yana süren coşkusal bir çalışma var. Giderek daha çok kişi tarafından sahiplenilen Maya dergi ve son zamanlarda devrimci gerçekçi yazarların, şairlerin kitaplarını yayımlayan Mayko yayıncılık sürecin dinamizmine, coşkusal ruhuna işaret ediyor. Bunun yanı sıra manifestonun savunucuları süreç içerisinde pek çok düşünsel, teorik, estetik etkinlikler, medya ve basında söyleşiler, programlar yaparak kolektif seslerini/duruşlarını ve bireysel yaratımlarını en gür şekilde duyurmaya devam ediyor
Üçüncü manifesto ise 2024 yılında Nanoist çevre tarafından yayımlanan Nanoist dergiyle kendini ifade eden Nanoist Manifestodur.
İsmail Afacan bir dönem “Evrensel” gazetesinde kültür sayfası editörü olarak sol gelenekte var saydığımız bir yapıya epey şey öğretmiş olmalı ki; Evrensel’den sosyalist sol içindeki iddia ettiği yere en azından denk düşen bir siyasal hat ve ideolojik duruş beklentimiz boşa düşüyor: Afacan’ın edebiyatta ‘tarihin sonu’ uyduruşunu’ yayımlamanın sosyalist sol düşünce ve tavra aykırılığı gün gibi ortada.
Gelelim Afacan’a!
Birbirlerinden politik, felsefi, estetik, poetik farklar içerseler de dört yıl içinde yayımlanmış üç manifestoyu göremeyen Afacan Türkiye’de yaşamıyor ya da banka holding yayınlarına duyduğu arzudan sıyrılıp muhalif edebiyatı etraflıca takip edemiyor, demek isterdim ama her şey bu denli ortada iken bilerek isteyerek yapılan bir yok sayma davranışı bu.
“Manifestolar bitti, şiirde barış ve uzlaşı dönemi” cümlesi yaşamdaki çelişkileri yok sayması, şiiri yaşamdan koparması, hayatın diyalektiğine ve sınıf gerçekliğine aykırılığı noktasında epey boş bir iddia ama bizde herkes en başta istediği gibi atıp tutma özgürlüğüne sahip olduğundan insan rastını çapını ölçemiyor. Eskiden atıp tutanlar salt bu eylemleriyle sınırlı kalsalar da bugün bu burjuva uyduruşları her an basmaya yaymaya iştahlı bir sermaye yayıncılığı mevcut.
Neticede Afacan, yaşamın kendi toplumsal gerçekliği içinde çoktan yanlışladığı seksenlere ait “tarihin sonu” uyduruşunu edebiyatta güncelleme cüretine kalkışmadan önce devrimci, muhalif çizgisi olan edebiyat çevrelerini, yazarları yok saymaması gerektiğini öğrenmelidir.
Muhalif devrimci yazarların yaşamda olduğu gibi edebiyattada ilke ve duruşlarının olduğunu, barışı ve uzlaşıyı kolektif bir dünya görüşü ve onun estetiği temelinde ele aldıklarını ve bu yüzden ezilenlerden sömürülenlerden yana taraf olduklarını, iktidar bloku ve sermaye gurubu yayınlarında olamayacaklarını bunun için başka yerlere bakmak gerektiğini de öğrenmelidir.
Elbette Afacan’ın afacanlığının bireysel bir tutum olmadığının, bugünkü apolitikliğin, yozlaşmanın gururlu uzlaşısını savunan edebiyat ortamının bir uzantısı olduğunu biliyoruz.
Bu yazı, burada olduğumuzu apolitik liberal edebiyat çevrelerine duyurmanın ötesinde devrimci sanatın, tavrın ve manifestolarının dönem ve koşullar ne olursa olsun var olacağını, zaman zaman yavaşlasa da toplumsal/sınıfsal mücadelenin ve tarihin akışı gereği gürleşeceği dönemlerin geleceğini topluma ve sosyalist solda olduğunu bildiren ama gereğini yapmayan arkadaşlara hatırlatmaktır.